30 Mart 2014 Pazar

ANNNNNE KIZIN ÇİZKEK YAPTI...


                   Merhaba eyy dostlar görüşmeyeli nasılsınız kocaman pazar günü baya heyecanlı geçti seçimler bitti oylar sayıldı insanların gerildi sevindi derken eski günü eskitip yeni güne de girdik bile yeni iş gününe az kalmış olmasına rağmen benim uykum yine çoook uzaklarda sere serpe kendini gezdiriyor anlaşılan. :) 

                   Hazır uykusuzken sizinle yeni deneyimlediğim bir keki paylaşmak istedim. kızım bi git gecenin bu saatinde demeyin öyle küçümsemeyin anlatacağım kekin adı dünya mutfağında peynirli kek(cheesecake) diye tanınır bizim ahalı çizkek der ona. ha ben yeni tanıştım böylesiyle orası ayrı mevzu :) mutfakla aram çok iyi değildir beni bilenler bilir ayda yılda bir kere mutfağa girerim onu elime yüzüme bulaştırıp çıkarım.  Aslına teorim süperdir de pratiğe dökmeyi pek sevmiyorum sanırım  Daha şehriye çorbasını yaparken bile zorlanıp sıkılırken, mikserle blenderi karıştırırken kalktım çizkek yapmaya niyetlendim. 

                      Canım annemin endişeli bakışları ve biraz çekingen yaparsın kızım olmasa canın sağ olsun diye cesaretlendirmeleri sonucun da nasıl oldu da becerdim bilemedim ama çok güzel bir çizkek yaptım. 
Evet dediğim gibi çook zor ve biraz meşakkatli oldu yani benim açımdan :) ama sonuç bir harikaydı. istedim ki sizde yapıp yiyin.:)

             Çizkek serüvenim çok sevdiğim bir ablamın verdiği tarifle başladı. aslında ben hiç sevmem bu keki ama ablamın yaptığı o kadar lezzetliydi ki ben bile yapmak için kolları sıvadım.

              Peki neden bu kadar zordur çizkek pek tarifi verilmez yemeği çok iyi yapanlar bile cesaret edip de vermezler bu tarifi tadı ilginçtir tatlı ve tuzlunun birleşimidir öyle herkes sevmez o tadı dilinizde tatlı bir geçiş yapılması zorunludur ortada bir yerde değildir ya çok sevilir tadı yada hiç sevilmez ama benim çizkekimi herkes sevdi.

                      Biliyorum çok konuştu diyorsunuz tamam tamam tarifini vericem de içimde kalmasın o kadar anlatmışken bide üstüne yine deli gibi araştırmışken çizkekin tarihinden bahsetmeden geçmeyeyim sizde kırmayın beni okuyuverin bir zahmet :)

             Bir rivayete göre  mö  4000  yıl öncesinde yunan dönemine dayanıyor yunanlı amcalarımız önce bu keki olimpiyatlarda atletlere yedirmişler anladığım kadarıyla keki oraya yakıştıramamış daha romantik olsun diye gelin ve damatlarına sunmuşlar peynir bal ve yulaf'dan yapılan düğün pastalarıymış zaten bu kadar özenilen keki de atletler yemeyiversin canım  gelinle damata daha bir yakışır doğru düşünmüşler :-) sonra yaratıcı amerikalı abilerimiz keki geliştirmiş özel bir peynir kullanmışlar diğer ülkelerde bunlardan kopya çekmiş benzetmeye çalışmışlar içine temel malzeme olarak ekşi krema ve süzme yoğurt kullanmışlar biz türkler ise labne peyniri ve ya lor peynir tercih ediyoruz. Başka seçenek yok sanırım alışverişi yapanlar bilir peynir fiyatları almış başını gidiyor ülkenin hali malum ayyy yine ben lafa çok dolandım fazlada sabırsızlandırmadan tarifi sizinle paylaşayım şekerler.


MALZEMELER
2 adet klasık kepekli bisküvi
2 kaşık tereyağı
400 gr labne peyniri
1 paket süt kreması
Yarım limon suyu
1.5 bardak şeker
3 tane yumurta
1 paket vanilya
Üzeri için hazır meyveli sos

YAPILIŞI
İlk önce bisküvileri rondodan geçiriyoruz sonra bir kenarda tereyağını yakmadan eritiyoruz bisküvilerle karıştırıyoruz.
Kelepçeli kek kalbına döküp elimizle bastırıyoruz.(ilk aşamayı bitirdik.) kek kalıbınız bir kenara alıp bekletiyoruz.

Derin bir kaba yumurtaları ve şekerleri koyup köpürene kadar çırpıyoruz içine labne peyniri, limon suyunu, süt kremasını, vanilyayı ekleyip fazla karıştırmadan harmanlıyoruz kek kalıbına tabanı hazırladığımız bisküvilerin üstüne döküyoruz 180C de en az 50 dk pişiriyoruz. pişen kekimiz kelepçeli kalıpdan cıkarmadan en az 4 saat buzdolabında dinlendiriyoruz. soğudukdan sonra üzerine arzu ettiğiniz meyveli sosları hazırlayıp dökebilir istediğiniz şekilde süsleyebilirsiniz.


PÜF NOKTASI: fırına kekimiz verirken yarım su dolu tepsiyi fırının tabanına üstüne ızgara ve üstünede kek kalıbımız koyuyoruz çünkü buharda pişirmek kekimiz çatlamasın diye. 

                                                           ve tataaaaammmmm sonuç



okuyanların ağzına sağlık bana uyup bu tarifi deniyenlerinde ellerine sağlık 

                                                                                                            afiyet olsun

                                                                                      mutlu kalın hoşçakalın dostca kalın iyi geçeler....

BAZILARI KÜÇÜK DAĞLARI BEN YARATTIM DER…

     
           Allah'ın hepimize doğuştan verdiği özel yetenekler vardır. kimimiz çok güzel şarkı söyleriz, kimimiz çok güzel resim yaparız, kimiz çok güzel dans ederiz ama çevremizde bizi şaşırtan öyle insanlar vardır ki övülesi yetenekleri olmadığı halde kendini mükemmel görürler her konuda yetenekli  becerikli olduklarını düşünür küçük dağları kendilerinin yarattıklarını sınırlar.  


           
         
           psikolojide böyle karaktere narsistik karakter denir. kişinin kendisine tapması aşık olması anlamına gelir. ciddi bir psikolojik hastalıktır. kişilik bozukluğu da denilir. neyse bu kadar kitap bilgisi verdikten sonra kendi gözlemlerimden ve araştırmalarımı sizlere anlatayım. 
              

            İlgilenenler bilir Pazarlama da ve halkla ilişkilerde bir deyim vardır. “insanın kendisini satması” işte bu mucizelerin yaptıkları da tamda budur. Attıkları her adım önemli, yaptıkları her şey mükemmel yaşadıkları her an özeldir :)



                  Hepimizin çevresinde az veya çok böyle minik kral ve kraliçeler doluyken ne kadarını normal görmemiz gerekiyor ya da nasıl davranmak gerekiyor diye düşünmeye başladığım vikipedin yardımını da almadım değil.. kitaplar, makaleler okuyup dost sohbetlerinden sonra genel ortak fikirleri birleştirip sizlere anlatmak istedim.


            Çevremizdeki  şehzade ve peri kızlarını analiz ettiğimizde genelde bu insanların çevrelerini yoran, sıkan, karşısındaki insanın hayatını çekilmez hale getiren karakterler olduğunu sezinledim.

       Ne yazık ki böyle insanların son zamanlarda arttığını farkettim geçmişinde sevmeyi bilmeyen ve aşağılık duysunu tadmiş insanlarda bu rahatsızlık ortaya çıkıyor. böyle karakterler kendi doğrularının dışında diğer insanların doğrularına tahammülleri yoktur, saygı gösteremezler, küçük düşürmek için, ayıplamak için fırsat kollarlar ya da saygı göstermeyi deneseler bile bir noktada patlarlar J

              Her insanın kendi içinde kurduğu özel bir dünyası vardır. doğruları, yanlışları, duvarlar, sınırları vardır. fakat eğosu yüksek insanların dünyaları gerçekten bambaşka kendileri merkezdir en zoru da budur onlar için kendilerini o kadar sıkar ve yorarlar ki sonunda depresyon panik atak gibi derin rahatsızlıklarla karşılaştıklarını görürüz. eğosu yüksek olan insanların doktora depresyonda oldukları için gittikleri de bir gerçektir.  

                 Yapılan tetkikler de bu hastalıkların genelde narsistik kişiliklerde olduğunu gözlemlenir. hayatlarında yer verdikleri insanlar onların ihtiyacını en iyi şekilde tatmin edenlerdir. Bu kişiliklerin kendilerini koruma şekilleri de farklıdır öfke nöbetleri ile korkutup sindiren eleştirilmeye dayanamayan kendi camdan duvarlarını yıkacak olan tehlikeleri kendi öfke nöbetleriyle savurup uzaklaştıran yeteneklerdir. herhangi eleştiriyle karşılaştıklarında  “boyum kısa, ama aklım uzun” “kıroyum, ama para bende” gibi komik savunmalara geçerler. kendi fikirlerinin dışında başka fikirlere tahammulleri yoktur. eminim hepimizin aklına birileri gelmiştir. :) 

                              Çevremizdeki bu insanlara nasıl davranmalıyız bu insanlarla yaşamımız nasıl devam ettirmeliyiz öncelikle iyi bir sinir sistemine sahip olmak gereklidir. :) kendimiz yıpratmadan hırpalatma'dan ya da onları üzüp hırpalamadan gerçekleri nasıl kabul ettirmeliyiz. hani derler ya tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır tatlı tatlı kırmadan tedaviye ihtiyaçları olduklarına inandırmak lazım.


            Böyle insanların size güven duymasını sağlamalı şaşırtmadan onlara güven vermek gerekir ama kendi kişiliğinizden ödün vermemek de lazım o ince çizgiyi çok iyi belirleyip sınırları geçmemelerini sağlamayı başarmalıyız.

         
         Narsist kişiliklerle dertleriniz paylaşmayın anlamalarını beklemeyin hatta can sıkıcı konuları konuşmamaya özen göstermeliyiz. çünkü kendi canları yanmadıkca karşısındakini anlamaları zordur kafa yormazlar. şimdilik benden bu kadar sevmek ayrı bir duygudur böyle arkadaşlarımız bırakmak yerine onlarla mesafeyi koruyup hayatınıza girmelerini engellemeliyiz ve kendi keyfimize bakmalıyız onlar önemliyse bizde önemliyiz unutmamak gerekir :)

   
            Bir küçük tavsiyede benden tabi eğer hiç narsist özellikleriniz yoksa biraz imrenip de sizde küçük özelliklerini kendinize örnek alabilirsiniz çoğu zarar ama azıda karar derler büyükler. :)
    
                          EGOZSUZ ÖZGÜR KEYİFLİ ZAMANLAR DİLEĞİYLE 
                                                                                                                       görüşürüz. :)

15 Şubat 2014 Cumartesi

SAKLI KALMIŞ PIRLANTA

      saklı kalmış pırlanta diyorum neden mi ilk gördüğümde büyülenmiştim. sanki dünyada değilimde cennete bodoslama dalmış gibiydim.
 
hadii aklıma nereden de düştü şimdi diye kendime sorduğumda cevabım yazı aylarını o kadar özlemişim ki diye kendi kendime verdim bile o yüzdendir ki sivas'ın pırlantası gürün gök pınar göletini anımsayasım geldi.

 sivas da mevsimler şaşırıp bize baharı yaşatsa da mizacım gereği 3 mevsimi sıcacık yaz ayına hasret kalarak geçiriyorum yazık banaaaa :) 

             aslında sadece bir kaç cümle kurup resimlerle sizi baş başa bırakmak isterdim ama söylenecek o kadar çok şey var ki bir iki cümle ile anlatmak bu doğa mucizesine haksızlık olur. Gök pınar sadece yaz aylarına has değil yılın her mevsimi görülmeye değer o eşsiz renk şöleni ve el değmemiş bakire güzelliğiyle kendine çekmek de o kadar haklı ki dile gelse sizi dünyanın dertlerinden uzaklaştııyorum huzur ve mutluluk vermeye hazırım diye bağırıyor sanki.



bir bilseniz güzelliğinin de nasıl farkında o kadar asıl ve nazlı ki dokunmaya kıyamıyorsunuz belkide o yüzden hala göreni kendine hayran bırakıyor.

Sivas'ın içine saklanmış bu gizli cennet kendimce keşfettiğimde rabbim sen nelere kadirsin demiştim:)) 

berrak suyuyla doğal bir akvaryumu andıran yaratana yarattığından ötürü bir kez daha aşık ettiren büyüleyici bir manzara

 gölete baktığınızda yosunların dansını, dik kayalıklarından süzülüp gölün üstünde mutluluk dansı yapan kuşların keyfini, gökyüzünün masmavi eşsiz yansımasını, balıkların nazlı nazlı süzülmelerini gördükçe insanın aklını başından gitmeye yetiyor da artıyor.

 elinizde olmadan gerçek dünyadan hayal dünyasına akıp gidiyorunuz başlıyorsun içinden böyle bir yerde evim olsa sabah uyandığımda gözlerimi böyle bir güzelliğe açsam keşke diye hayal kurmaya.

 saymakla bitmeyen güzelliğini anlamanız için yaşamanız kokusunu içinize çekmeniz parmaklarınıza değen buz gibi suyu hissetmeniz gerekiyor.








 şehir hayatının yoğunluğunu iliklerime kadar hissettim, sıkıldım, yorgunum, bıktım, enerjim düşük diye çik çiklenmeye başladığıma göre gölet beni çağırıyor:))

 benden demesi nefes almak için enfes bir mekan sizi bekliyor test ettim onayladım sizlere de tavsiye ederim. 

 gelemeyip göremeyenleri de unutmadım sizde resimlerde görün isteyip küçük bir albüm hazırladım kıymetimi bilirsiniz artık :)) iyi keyifli seyirler.












aaaaa en önemlisi! unutuyordum az daha alabalık tesislerinde tadına doyamayacağınız bir alabalık keyfide sizi bekliyor. balığı sevmeyen beni bile cezbettiyse vay geldi halinize unutamayacağınız bir lezzetle karşılaşacaksınız benden demesi. :))

31 Aralık 2013 Salı

KIRMIZI RUJUN ÖNLENEMEZ YÜKSELİŞİ
             

       2014 e saatler kala içimden sizinle biraz çetrefilli herkesin fikir yürüttüğü aslında kimsenin net bir fikrinin olmadığı kadın ya da erkek sohbetlerinde küçükte olsa konusu geçen her kadının makyaj çekmecesinde, çantasında bir tane mutlaka bulundurduğu. hatta asla kullanmam diyen kadınların bile makyaj dolaplarının bir köşesinde bulunan o köşeden arada sırada çıkardığı ve bir süre sürüp sürmemek konusunda düşündüğü ruj…

evet evet taa kendisinden kırmızı ruj’dan bahsetmek istiyorum


            Gelişmekte olan ülkemizde kocaman firmaları bile korkutan (bkz thy), erkeklerin bizi etkilemek için sürüyorlar diye anlam yüklediği, hatta biraz daha ileri gidilip erkeği etkilemek ve saf dışı bırakmak için kullanılan biyolojik bir silah olarak görülen, ayarını tutturanı tanrıca fazla kaçıranı palyaço gibi gösteren ve binlerce anlam kattığımız o özel kırmızı ruj…


             Oysa ince iştir kırmızı ruj sürmek anlatmak istediğini doğru anlatmaya benzer dikkatli süreceksin çizgileri aşmayacaksın ortamına göre, teninin rengine göre hatta saç şekline göre rengini tutturacaksın öyle uzaktan durduğu gibi durmaz ama tüm bunlara rağmen kadına huzur mutluluk ve keyif verir….

Önce dudaklarını temizleyeceksin sonra nemlendireceksin(hani dağılmasın diye)

rujunu alacaksın eline düzgün bir fırça yardımıyla taşırmadan süreceksin
.
Tamam kırmızı ruj beladır Taştımı çıkarması zordur. diyelim ki taştı eee bununda bir çözümü var kadınız biz çözüm üretmek bizim işimiz alırsın eline temiz bir kulak temizleme çöpünü batırırsın azıcık kreme taşan yeri temizlersin bu kadar.

Bide üstüne hafiften şeffaf dudak parlatıcısını sürdük tamam yeni yıla kırmızı dudaklarımız hayırlı anlamı bol olsun J

Anlam demişken kırmızı ruja milyonlarca anlam yüklenir.
 Evet kırmızı ruj sürmüş bir kadından biraz korkulur … aslında baya bir korkulur J
o özgürdür kendi kararını kendi verir, silmek istediklerini silmiş yenilerini yazmak için silahını kuşanmış bir savaşçıdır.


Hiç konuşmadan da söylemek istediklerini sessizce anlatır, olmak istediği yerdedir ve çevresin de ne düşünüldüğünü çokta önemsemez ve kadın kendini aslında en güzel haliyle anlatır. Kadının
 ‘ I am a woman’ dediği anlardır.

              Son söz olarak yeni yılda en yoğun kırmızısından olsun rujunuz ve o yoğunluk kadar beklentileriniz de büyük olsun yeni yıl tüm dileklerini güzel ruhlarından geçirenlere önce sağlık, şans, huzur, mutluluk, AŞK, sevgi, para ve kalbinizden geçen tüm güzel dilekleri getirsin MUTLU YILLAR J



1 Ekim 2013 Salı

VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN

                                       
                                                           

                                            ANDIMIZ


                                            Türküm doğruyum çalışkanım
                                             
   
                                              İlkem;

                     

                        küçüklerimi korumak büyüklerimi saymak

                       

                       yurdumu milletimi özümden çok sevmektir.


    
                                              Ülküm;

  
                                
                                  yükselmek ileri gitmektir.


                               
                                               Ey Büyük Atatürk!

       
    
          Açtığın yolda gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.



                           Varlığım Türk varlığına armağan olsun.


                  
                                    Ne mutlu Türküm diyene!



25 Ağustos 2013 Pazar


YAZMASAM YA ÇATLIYICAM YA DA ÖLÜCEM
                        

                         Pazar geçesi saat 23.47 sabah işe var aklımın içinde oynaşan düşünceler bir beni rahat bırakmıyorlar önce radyomu açıyorum ama nafile illa yaz beni anlat diye tutturuyor yada konuş birisine derdini dök önce bir bakınıyorum bu aralar kiminle konuşsam diye ama yok içimden kimseyle konuşmak gelmiyor. herkes bir taraftan fikrini söyleyecek söyle oldun böyle oldun aslında bir şeyde yok bu aralar bir geçiş dönemi işte anti sosyal olasım var bırakmıyorlar orası ayrı!!!....
 alışmamışlar ki benim sessizliğime kızıyorlar oysa insanlarla alıp veremediğim yok sadece sessizliğe ihtiyacım var kulaklarımda sezenin güzel sesi yankılanıyor söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp…….o gidiyor Gökhan geliyor diyor ki evli evine köylü köyüne…… evet herkes kendi dünyasında da  Sanki bir ben bu aralar farklı bir dünyada yaşıyorum ne ilişkilerim ilişki ne de bu aralar yaşadığım hayat zevk veriyor 30 a 1 kala galiba kadın olmayı damarlarımdan akan kana varana kadar hissetmeye başlıyorum..:-(  gençliği çok esnek yaşamışım çok sorgulandım bulutlarda gezmek güzelmiş te şimdi yere inip ipleri sıkmak lazım….
           yine maviliklerden vazgeçesim yok son gemiyi kaçırmadan tutup yakalamak lazım diyorum illa ya bulutlarda yada denizlerde olucam. düşünceler beynimin içinde bir oyana bir bu yana zıplayıp duruyorlar zor zamanlardan yoğun vakitlerden sonra insanı vururmuş böyle hisler sanırım bende de öyle oldu fark ettim ki!... çizgimi çizmişimde noktamı bile koymuşum fark ettim ki!... benim yeni bir bene ihtiyacım var fark ettim ki!... gücümü toplamak için yeni bir nefese ihtiyacım var ya kendi nefesimi tazeliyicem yada yeni bir nefes elimi tutacak……

 birlikte görücez bloğumu artık ihmal etmeyeceğim bir yerden başlamak lazım….
       hayat bu gök kuşağı gibi rengarek olsun İYİ GECELER...

14 Ocak 2013 Pazartesi

TÜRK MUTFAĞININ DÜNYA MUTFAKLARI İLE İLİŞKİSİ

Dünyada önde gelen en önemli üç mutfak: Türk, Fransız ve çin mutfağıdır.
Türk mutfağında her yemek başlı başına bir güzellik ve sanattır. Doğaldır, natüreldir, tedavi edicidir ve lezzetlidir. Çeşit acısından sayılamayacak kadar bir zenginlik sergiler.  Zengin bir sofra töremiz vardır. Su içiminden tuttun da oturuş şekline kadar herşey incelendiğinde mutlaka bilimsel bir sebebe dayanır. Atalarımızdan gelen bu töre türklerin yeme içme konusunda dünya ya ders verecek düzeyde bir kültüre sahip olduğunu gösterir. Bende bu muhteşem kültürü araştırıp sizinle paylaşmak istedim tariflerimizi mutfağımızın içinde saklağı gizlemi sağlık sırlarını araştırdıkca ve öğrendikçe sizinle paylaşmak istiyorum. Yazımıza küçük bir anekdotla başlayalım…
              İngiliz imparatorluğu büyük elçisi Sir Edvar Burton İstanbul’da şerefine verilen yemek ziyafetinden sonra kralice Elizabet’e verdiği raporunda yüzden fazla yemek ile karşılaştığını bildirmiştir. Özellikle gül şerbetinin tadını unutamadığını, yemek bitince ellerini buhur suyu denilen (içinde öd ağacı, misk, sandal ağacı ve çicek suları bulunan) çok güzel kokulu bir su ile yıkadıklarını ve bunu çok beğendiğini yazmıştır.
             Dunyayı kendine hayran bırakan Türk mutfağı sadece kendi yemekleriyle yarışabilir. Pişirme teknikleriyle, Baharatlarıyla, sofra adabıyla mutfağımız kendini özel hissettiren bir kültürdür.
Türk mutfağı 3 ana bölümden incelenir.
1. Saray mutfağı                                                      

2. Kanaklar
3. Esnaf lokantaları ve tatlıcılar
Türk mutfağı öğünleri kayıtlarda söyle geçer
1. Sabah
2. Öğlen
3. Akşam
4. Yat geberlik
          Halk arasında gelenek haline gelen toplu yenen yemeklerde vardır;  doğum yemeği, diş buğdayı, sünnet ziyafeti,asker uğurlama, söz kesme, nişan yemeği, nikah yemeği, gelin hamamı, çeyiz asma, kına gecesi, düğün ziyafeti, yüz açma, ölüm yemekleri çeşitlilik gösterir. Dahası kutsal günler ve özel günleride atlamamak lazım.
              günümüzde evin hanımlarının çalışıyor olması zamandan tasarruf adı altında hem kolay hemde hazır yemeklere rağbeti artırmıştır. Geleneksel türk mutfağına has yemeklerin unutulması birçok değerin kaybolmasını kaçınılmaz kılmıştır. Türk mutfağı doğal naturel şifa verme özelliğine sahipken bu gün dondurulmuş ve katkı maddesi  içeren besinlerle bu güzel özelliğinden ne yazıkki giderek uzaklaşmaktadır. Öğrendiğimiz tariflerle belki bu kültüre  biraz olsun tekrar yaklaşmayı başarabiliriz… 
Ama benim aklımda gül şerbeti kaldı blogumuzun adı madem gül lokumu bende blogumu gül şerbetinin tarifiyle taçlandırmak istiyorum.
GÜL ŞERBETİ 
Malzemeleri
1 çorba kaşığı gül mayası
1 bardak toz şeker
5 bardak su
1 fiske limon tuzu veya yarım limon
Kibrit başından az şeker boyası.
YAPILIŞI
1 çorba kaşığı maya 5 bardak su ile kaynatılır. Kaynarken içine limon tuzu, şeker ve şeker boyası atılır. Kaynayıp yaprakların kokusu suya geçince tel süzgeçten geçirilerek buzlu servis yapılır renginin açık pembe olması esastır. 
GÜL MAYASININ YAPIMI 
Miski güller toplanır, 250 gr kadar yaprakları yıkanır beyaz kısımları kesilir (kesilmezse bağırsakları çok çalıştırır) içine 4 bardak şeker ve çok az limon tuzu koyularak elle ovulur. Bütün şekeri içine alıp yaprakların hacmi azalınca bir kavanoza basılır. Yine üzerine şeker doldurularak kavanozun kapağı kapatılarak buzdolabında saklanır. 
GÜL ŞURUBUNUN YAPILMASI    
Güller toplanır, yıkanır, beyaz kısımları kesilerek şişelere basılır. Üzerine su doldurulur. 1-2 parça limon tuzu atılarak güneşte 15 gün bekletilir. Sonra süzülerek şeker katılır. Gül şurubunun içine sıyah kısımları kesilmiş gelincikler atılabilir. Güzel bir renk verir.