28 Ağustos 2014 Perşembe

AKLIMDA KALSIN İSTEDİKLERİMDEN

Birinin kadını olmak istiyorum!

Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!

Biraz korunmak, biraz şımarmak...

Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek, Pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!

Neden mi?
Herkesin eli tutulmaz,
herkesle film seyredilmez,
herkesle çekirdek çitlenmez,
herkesin kadını olunmaz da o yüzden!

İçinden gelmeli...
Hücrelerine kadar hissetmeli, dna"larına kadar bilmeli insan!
Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz.
Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa, kafa da hiç karışmaz ya, olsun! Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar...

Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara!

Sabahları uyandığımda “günaydın sevgilim” mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!

Çalışırken, düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara... Gülümsediğim için daha çok çalışmak...

Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni, hiç sevilmediğim gibi...

Biri o kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!
O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!

Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum “neredesin” diye, “Hımm kim aradı bakayım” diye! Ben sormam ama, korkmasın. O sorsun!

“Biliyo musun ne oldu?” ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bi yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur. Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. “Ya, evet, çok mühim bir şeyler olmuş” falan desin bi de sonunda...

Şimdi ben istesem İstiklal caddesinde birinin elini tutup gezemem mi?
İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bi arasam?
Şimdi ben yalnız olmak istemesem, yalnız olur ve bunları da yazıyor olurmuydum?
Hiç sanmam!

Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok.

Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!
Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!
Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim.
Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz!

Birinin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak, biraz şımarmak...

Çekirdek mutlaka olsun!

Yasemin Pulat, 2008

Kaynak : http://www.internethaber.com/birinin-kadini-olmak-istiyorum-7618y.htm#ixzz1rkI1S4Hj

19 Ağustos 2014 Salı

GÜL LOKUMU' MU ÇOK ÖZLEMİŞİM....

Bugün fark ettim ki bloğ' mu özlemişim yaşadıklarımı içime atmışım kimselere dillendirememişim oysa ilk kurduğumda dert ortağım demiştim lokumum diye severim yazdıkça keyif verir bana dinlendirir o da beni özlemiştir dedim ve klavyemin tuşlarını tıkırdatmaya başladım... :) 

Takvime baktığımda uzun zaman olmuş yazmayalı bırakmadım aslında aklımın bir köşesinde hep vardı ama hayatın bana sunduğu virajlı yolları kazasız belasız atlatmanın derdindeydim. yara almadım diyemem ama hafif sıyrıklarla atlattık sayılır şimdilik!

Kopma noktam babamın yaşadığı ani bir hastalık oldu yüksek tansiyondan dolayı beyin damarında emboli attı 2 gün yoğun bakım ünitesinde tedavi gördü daha sonra servise geçti bu süreç tüm dünyamı bir anda değiştirdi neyse ki allah onu bana bağışladı sıkıntılar bir nebzede olsa azaldı bize sadece alzheimer hastalığı kaldı zor zamanlar bizi bekliyor biliyorum aslında bu konuyla ilgi araştırmalarım hala devam ediyor edindiğim tüm bilgileri ve yaşadıklarımı özel bir yazımda paylaşmak istiyorum.

Zaman yine mucizesini gösterdi üstümdeki şoku atmak için debelenirken ilk heyecanım hayatıma girdi allah yaşadığım kötü günlerin ardından yüzümü gülümsetsin diye bana arabamı gönderdi beyaz güvercinimi, belki yıllardır hayalını kurmuşumdur buruk bir mutlulukla etrafıma gülümserken buldum kendimi şimdilerde trafiğe çıkma, aklı başında kullanma çabalarım hala devam ediyor ama ruhumun sıkıntısını öylesine dağıttı ki aynı anda ramazan ayının tatlı telaşı sarıverdi içimi ramazanın gelişiyle huzur sanki elimden tutmuştu sakinleştiriyordu sıkıntım gram gram azalıyordu. 

ama benim adım hilal hayatımdaki gariplikler dur durak bilmeden devam etti aşk diye başladığım serüvenin sonunu da tatlı bir dostlukla da bitirmeyi ihmal etmedim :) iyi geldi hani ben diplerde gezinirken kafamı kaldırıp hayata tutunmama yardım etti sağolsun farkında olmadan baya da iyi etti :))

işler yavaş yavaş yoluna girmeye başladı hayatın rutin telaşı devam ediyor işler güçler koşuşturmaca bayram ayının vermiş olduğu tatil miskinliği pek bi telaşlı akmış zaman bende aguapark kaydırağının içinde bir sağa bide sola çarparak hızla suya dalan masum tatilci gibi havuza hızlı bir atlayış yaptım yaşananların telaşı sanki bir anda kesildi zaman o gün bir kaç dakika durdu birde bakmışım ağustos ayının 10 u gelmiş gözümü açtığımda 30 umu bitirmiştim kolay mı ağzı dolusu kocaman 30 yıl geride kalmıştı yaşarken keyifli heyecanlı sevinçlerle, acılarla dol zorlu zamanlara akıp gitti ruhum bir köşesinden yolu yarıladık mı yoksa diye düşünmeden kendimi alamadım koca bir kadın olmuşum daha dün babamın gözlerine bakıp şımarıklık yaparken hangi ara böyle büyümüştüm ben bile inanamadım.... size anlatırken yine dalıp gittim yazıyı yazmak da epey zamanımı almış sivas'ın serin esen rüzgarı içimi ürpertti ağustosunda sonuna geldik son bahara selam çakıyoruz annem der hep ne yazlar gelir, ne kışlar geçer allah gönül kışı vermesin.... ne dediğini daha iyi anlar oldum şimdi..  içimdekileri epeyce dökmüşüm şimdi gitme vakti.

gönlünüz hep yaz olsun sıcacık yaz neşesiyle dolsun görüşürüz.....

 

28 Haziran 2014 Cumartesi

ŞEYTANIN GÜLÜ....

    

     Bu ender rastlanan gülün halfetiye özgü olduğunu ve sadece burada siyah açtığını başka ülkelere gitse de renginin siyah kalmadığını yazıyordu okuduğum bir blog da araştırmalarım sonunda yazılanların ve böylesine özel güllerin varlığının gerçek olduğunu öğrendim hikayesi de çok ilginç geldi muhteşem güllerin hikayesini birde siz okuyup büyülenin bakalım...

                Geçen zamanda bir yerde çok güzel herkesin hayran kaldığı simsiyah bir gül varmış. Bu gül dünyanı
n hiçbir yerinde bulunmayan bir türmüş. Güle ŞEYTANIN GÜLÜ denirmiş. Kimse dokunmaz elleyemezmiş. Sadece yılın belirli zamanlarında bir büyücü topluluğu gelir bakire masum bir kızın kanını gülün toprağına döker dualar edip giderlermiş. Tanrıya inanan insanlar bile Şeytanın Gülüne ellerini süremezlermiş. 
Bir gün 18 yaşında genç bir kız büyücüler ayinlerini yaparken gizlice izliyormuş. Bir ara uyuklamış. Gözlerini açtığında saat gece yarısını vurmuş büyücüler gitmiş bile... ...

                 Kalkıp tam gitmeye hazırlanırken bir karartı ve ağlama sesi duymuş heyecanlanıp korkmuş. Ama bir yandan da merak ediyormuş bu kişinin kim olduğunu. Yavaşça ayağa kalkıp "Kim var orada?" diye mırıldanmış. Bir anda çok yoğun bir alev parçası parlayıp sönmüş. Söndüğünde Şeytanın Gülünün yanında kimsenin olmadığını fark etmiş. Gülün yanına gidip dolanmış ama hiçbir şey yokmuş. Tam gideyim diye arkasını döndüğünde yerde bir madalyon görmüş. Madalyon yuvarlak ve ortasında yıldız varmış. Önce bir etrafına bakıp madalyonu almış. Bunu büyücülerin düşürdüğünü sanıp cebine koyup büyücülere vermek için eve dönmüş. Büyücüler bir daha ki bahar ayına kadar dönmeyeceklermiş o zamana kadar saklayıp vereceğini planlamış. 


               Eve döndüğünde annesi kapıda bekliyormuş. Kızmasın diye bir şeyler düşünmüş. Ailesi tanrıya inanan ve her Pazar kiliseye giden aile yapısındaymış. Annesi kız kapıya geldiğinde sormuş" neredeydin bu saate kadar?" kızda hafif bir mırıltıyla "Derenin yanında uyuya kalmışım." diyerek eve girmiş. Babası koltuğa uzanmış kestirir bir vaziyette "bu kızdan ne köy ne kasaba olacak Eşşek sıpası" diyerek yeniden gözlerini kapatmış. Güzel kız bir şey söylemeden odasına geçmiş. Bulduğu madalyonu inceleyip ne anlama geldiğini düşünmüş ama sıfır hiçbir anlam çıkaramamış. Geç olduğundan uyuyup yarın pederin yanına gidip sormaya karar vermiş. Gece rüyasında siyah ata binen çok hiddetli kırmızı safir gözleri olan bir adamın Şeytanın Gülünü kopartıp kendisine verdiğini görmüş. 
             

               Sabah kasabanın kilisesinde Peder Lucas a gidip bu madalyonu göstermiş. Hiç beklemediği bir anda Peder Lucas bağırıp "Çık buradan cadı kilisemi ve beni günaha sokuyorsun diyerek kızı kovmuş". Şaşkınlık içersinde ne yapacağını şaşırmış ve koşmaya başlamış. O koşarken Peder Lucas da kilisenin kapısının önünde kasabaya doğru bağırıyormuş. "İşte demiştim sizlere cadılar gelmeye başladı Şeytan geliyor buraya o Gül uğursuz..." diye devam etmiş. Ama Lucas bile bu güle dokunamayacağını biliyormuş. 

                  Kız kötü bir şey yaptığını düşünerek bu madalyonu Gülün yanına koyup uzaklaşmayı düşünüyormuş. Şeytanın Gülünün yanına geldiğinde Gülün yapraklarının açtığını görmüş. Büyük bir sevinç ve telaş arasında eve arkadaşı Steven ın yanına gitmiş. "Şeytanın Gülü açıldı sonunda sonunda..." diye bağırıyormuş. Steven bu çok güzel ama sana kötü bir haberim var ailem artık seninle konuşmamı istemiyor! diyerek içeri girmiş. Herkes Peder Lucas ın dediklerini duyup kıza cadı muamelesi yapıyormuş. Aradan 1-2 gün geçmiş Peder halkı iyice kışkırtıyor kızın üstüne salıyor ve Şeytanın Gülünü kötümsüyormuş. 

               O zamanlar cadılar yakılarak cezalandırılıyormuş. Kızı kendi annesi ve babası elleriyle tutup kasaba meydanına getirmişler. Başta Peder Lucas olmak üzere bütün kasaba sakinleri kıza küfürler ediyor itip kakıyorlarmış. Kızı çırılçıplak soyup çarmığa germişler. Etrafına kuru otlar yığıp ham mazot dökmüşler. Kızın üstünde madalyondan başka hiçbir şey yokmuş. Peder Lucas mazotlu otlara yaklaşıp "TANRIM!! İşte bir cadıyı daha cezalandırmak için yanına gönderiyoruz. Cezasını Ver!!" demiş ve elindeki meşaleyi otlara atmış. Bir anda kızın etrafını saran ateşler sanki kıza yakmıyorlarmış. İşte o anda alevlerin arasından rüyasında gördüğü adam çıkagelmiş. 


               Atından inmiş kızı kucaklamış alevler ikisine de sanki yol açıyor önlerinde titriyormuş. Kızın üstüne pelerinini örtmüş ve yere bırakmış. Çarmığa dönmüş ve hac şeklinde yanan çarmak yerden 2-3 metre yükselip tam ters bir hac görünümünü almış. Kasaba halkı hayretle bakıyor Peder Lucas ın bile ağzından hiçbir şey çıkmıyormuş. Bir an herkes fısıldaşmaya başlayıp Lucas ın elini kaldırmasıyla kıza ve ateşlerin içine arkası dönük adama taşlar fırlatmaya başlamışlar. Kız oracıkta yığılıvermiş. Ateşlerin içindeki adam arkasını dönüp kızın öldüğünü görünce "KUDREEEEEEET!! Diyerek bağırmış. Bacakları bir keçinin şeklini alıp boynuzları çıkmış. Gözlerinden alevler fışkırıyor ve çok acımasızca bakıyormuş. Kasaba halkı korkudan kaçmaya başlamış. 

            O anda etrafı alevler sarmış ve bütün kasaba küllere dönüşmüş. O gizemli adam aslında Şeytanmış. Eski insan gibi olan haline dönüp kızı kucağına almış. Ve bağırarak"SEN !! TANRI OLSAN DA!!  SEVGİMİ ÖLDÜRSEN DE!! BENİ KOVSAN DA!!  AŞKIMA DOKUNAMAZSIN ELBETTE GÜLÜMÜN TOHUMLARI DÜNYAYA YAYILACAK!! YENİ AŞKLAR YENİ GÜLLER TEKRAR YEŞERECEK!!" diyerek kızla birlikte ortadan kaybolur. Büyücüler tekrar toplandığında şaşkınlık içerisinde kasabanın olmadığını görürler. Direk Şeytanın Gülünün yanına giderler. Yapraklarının yarısının kırmızı yarısının siyah olduğunu görürler. Gülün ortası açılmış ve Polenlerinin etrafa yayıldığını görürler. 

               Güllerin siyah kısmı Şeytanın aşkını kırmızı kısmı ise aşkı. Kırmızı güller o günden beri dünyanın her köşesinde yetişir.Aşk hiçbir zaman ölmez.Ama Şeytanın Gülü artık yeşermez....


                                     şeytan bile aşkının yok olmayacağına inanırken neyin derdindeyiz bazen çözemiyorum...

28 Mayıs 2014 Çarşamba

GÜNE BÖYLE BİR YAZIYLA UYANMAK....

OLGUNLAŞMAK...
Artık eskisi gibi her hafta sonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım.
İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun.
Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık.
Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.
İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var.
'Ben demiştim' ,'ben bilirim', 'ben zaten anlamıştım',
Sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun. İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun.
İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum.
Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor.
Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu öğreniyorsun buralara kadar gelirken.
Uzun düz otobanlardan olduğu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulaşabilirsin hedeflerine.
Kestirmeleri de öğrendim gide gele.
Boş geçen her saniye değerli artık.
Daha yapılacak çok şey var ama, kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana değilim.
Gerektiğinde 'HAYIR' demeyi öğrendim ve bu kelime başta karşındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor.
Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum.
Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor, olgunlaşıyor.
Aileme ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce göstermediğim sevgi, anlayış ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor.
Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya başladılar.
Vereceğim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir şey öğrenilmiyor.
Yasamışlığın oluşturduğu bir alçak gönüllülükle gülüyorum içimden sadece.
Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmiş dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylaşmalıyım.
Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum.
Modaya uymak adına popumun sığmadığı düşük bel pantolonlara sığmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim .
Ayıp, günah yada ne derler korkuları çoktan geride kaldı.
Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken şimdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor.
Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.
Sonra Sezen'in şarkısındaki gibi anneni daha sık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun.
İşte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor.
Yasamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk.
Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yasadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek.
İnanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor.
Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor.Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunluğu bulmasını diliyorum...
-Can Dündar
bu yazıyı sabahın ilk saatlerinde okuduğumda beni o kadar etkiledi ki sizinle paylaşmak istedim can dündar'ın bu anlamlı yazısı dilerim size de yol gösterir....

8 Mayıs 2014 Perşembe

BÜRO DA WAFFLE KEYFİ



ayyyyy vallahi şu yukarıda görmüş olduğunuz şaheserin % 80 i bana ait şekerlerim bunu ben yaptım diye övüne övüne, büyüte büyüte de anlatabilirim hiiiç çekinmem....

 üstelik bunu bir muhasebe bürosunda yaptık belki bilirsiniz muhasebe büroları insanların yoğun ve stresli çalıştıkları ortamlardır iş arkadaşlarım olarak biz bu durumu en az seviyeye indirmenin yollarını arayıp buluyoruz, hem işimize hemde hobilerimize zaman ayırıyoruz çalıştığım yerin bana çekici gelmesinin belkide en büyük nedeni budur.

 neyse sohbetimize tatlılar tatlısı patronumun muhteşem el lezzeti ve benim üstün maharetim sonucu yukarıda görmüş olduğunuz tatlı ile devam edelim, emeklerimiz sonucunda görüntüsü ile içinizi gıdıklayan wafflemız dostlarımız tarafından çok da beğeni gördü.

 Hem kolay, hem göz doldurucu, hemde lezzetli insan başka ne ister ki!

 Bu kadar övdükten sonra tarifini de vereyim şekerler sizde yapın bakalım.

KREP HAMURU
3 yumurta

1.5 su bardağı un

1 su bardağı süt

yarım bardak su

bir tutam tuz

3 çorba kaşığı sıvı yağ
  
malzemelerimizi mikserle kek gibi uzun süre karıştırıyoruz, sonra tost makinesini ısıtıp bir kepçe döküp kepçenin tersi ile yayıyoruz tost makinemızı kapatıyoruz kendini toplayıp da ızgamızdan bırakınca birazda pembeleşince pişmiş sayılır ki tavada krep yapar gibi kızarmıyor böyle olmasını beklemeyin, krep makineniz varsa daha güzel olur sonra pişirdiğimiz krepleri geniş bir tabağa alıyoruz buraya kadar her şey yolunda gittiyse bundan sonrada gider emin olun. 

İÇ MALZEMESİ
 2 adet kivi 

2 adet muz

yarım kilo çilek

1 küçük kavanoz nutella 

1 paket çikolata sosu

meyvelerimiz'den çilekleri ikiye bölün, muzları yuvarlak yuvarlak dilin, kivileri de yuvarlak yuvarlak diliniz içininde dilimleme aşamasını atlattık. 

çikolata sosumuzu paketin üstünde yazılı şekilde hazırlıyoruz, sütle yapmanızı öneririm;

hafif pembeleşmiş krepleri tek tek alıp içine nutellayı sürüyoruz, daha sonra kreplerin yarısına meyveleri diziyoruz keyfinize bağlı istediğiniz meyveleri kullanabilirsiniz biraz çikolata sosunu üstünde gezdiriyoruz meyvelerimizin sonra yarısı açık da kalan krepi üstüne kapatıp çikolata sosumuz, fındık yada ceviz ile süslüyoruz, bundan sonra nemi yapıyoruz ellerinizle hazırladığınız kalori bombasını afiyetle yiyoruz..

  Arkadaşlar vermiş olduğum bu tarif 5 kişiliktir, süper bir enerji deposudur 1 porsiyon waffle 270 kcal' dir buna rağmen her kilo veren diğer gıdalar gibi güzel olması kaçınılmaz sondur. 

Wafflemiz yerken keyif ve kcal alacak çikolatanın size sunduğu rahatlama hissini ve doping etkisi farkedeceksiniz size naçizane önerim öğlen yemeğini hafif yiyip arkasından dost sohbeti, harika bir türk kahvesi eşiliğinde waffle'in lezzetin de kaybolmanız....  

Günün geri kalanını daha iyi geçirmenizi sağlayacak benden demesi...

kendinize dikkat edin görüşmek üzere..... 



30 Nisan 2014 Çarşamba

PRATİK BİLGİLER 1

                  Selam canlarım yoğun bir haftanın tamda ortasından sizlere selam atıyorum bugün, stresli ve sıkıntılı zamanları bizlere unutturacak özel zamanların ilk adımını attık bu hafta tüm güzellikleriyle, bolluğu, bereketi ile geldi nisanın ayının gidişi mayıs ayının gelişi ile İslam alemi için kutsal aylardan olan üç ayların başlangıcı recep ayının ilk günü yaşadık. Ben bu özel ayları atlamak istemedim yarın regaip kandili umarım herkes için hayırlı gelir kutsal aylarımız kalbinden güzellik geçirenlerin tüm müslümanlar'ın dualarını rabbim kabul eder.

Bu güzel ayların gelmesiyle birlikte yemek heyecanı da yavaş yavaş sarmaya başlayacak etrafımızı özel yemeklere verilen önemde giderek artacak evlerde telaşlı hazırlıklar yapılacak tabi hal böyle olunca benimde boş durmaya pek niyetim yoktu sizlere işinize yarayacak güzel bilgileri araştırıp okuyup paylaşmak istiyorum.

Yeni evlenen, yemek yapmaya yeni başlayan, bu işin ustası olup da bilip de unutanlara yardımcı olacak hepimiz için zaman kazandıracak işimizi kolaylaştıracak pratik bilgileri topladım bunların bir bölümünü şimdi paylaşmak istiyorum tabi bu okuduklarınızla sınırlı kalmayacak arkası gelecek. lafı yine pek bi uzattım ama sizinle sohbet etmeye bayılıyorum tamam tamam veee başlıyorum işte benim ev sevdiğim sebzelerden birisi olan patateslere ilk sözü vermek istiyorum nede olsa benim için özeller. 

patatesleri haşlarken içine 1 kaşık sirke koyulursa haşlanma sırasında dağılmasını önlemiş olursunuz.

balıkların daha beyaz pişmesini istiyorsanız kaynama sırasında içine limon sıkınız.

balık kokan tavalarınızı limon kabuğu ile silerseniz kokusu yok olur.

karnabahar haşlanırken suyuna biraz süt katarsanız hem kar beyazı olur hemde haşlama anında çıkan kötü kokusunu yok eder.


kaymağı taze saklamak için süt içindeki bir kapta muhafaza ediniz.

limonlar eğer kurumuşsa ve suyu çıkmayacak durumda ise kaynar suda 5 dk kaynatın.

ateşte eritilen tereyağının içine 1 kaşık zeytinyağı katarsanız yanmasını önlersiniz.

patlıcanları soyduktan sonra üzerine tuz serperseniz acı suyunu hemen salar.

bu gecelik benden bu kadar kendinize dikkat edin görüşmek üzere canlarımmmm...

27 Nisan 2014 Pazar

ALLAH DE ÖTESİNİ BIRAK

              Merhabalar nasılsınız diye soracağım ama buradan cevap almam çok zor biliyorum. Havaların ısınması ile birlikte umarım harika bir Pazar günü geçirmiş ve yeni bir haftaya başlamak için kendinizi mükemmel hissediyorsunuzdur. Benim Pazar günümde bir harikaydı güzel bir uyku çekmiştim, dinlenmiş olarak güne başladım, daha sonrada arkadaşlarıma birlikte sinema izlemenin tadına vardım ki izlediğim filmi sizinle sonra paylaşacağım hiç merak etmeyin.

               Pazar günlerini dört gözle beklememin en önemli sebeplerinden biri de beni en çok mutlu hissettiren sabah uyandığımda kahvemi ve kitabımı elime alıp yarım saat bile olsa beynimi dinlendirdiğim anlardır, bu sürede kendimi okuduğum kitaba odaklayıp ruhumu yaşadığım dış dünyadan soyutlarım benim için bu dakikalar çok özel çünkü haftanın yorgunluğunu attığım, yoğun iş yaşamından uzaklaştığım, günü durdurduğum dakikalardır, bugünde aynı keyif almışken sizinle bana bu anları yaşamamda eşlik eden kitaplarımdan bir tanesini paylaşmak istedim.  

 Kitabımı size anlatmadan önce sizinle biraz dertleşmek istiyorum, çevreme baktığım da kendimde fark ettiğim en iyi özelliklerden birisi kitap okumaktan aldığım zevk okurken sıkılmadan, sayfaların kokusunu içine çekerek okumak özel bir ayrıcalık benim için. İnsanlar online ortamda istenilen bilgiye kolayca ulaştıkları için kitapların pabuçunu dama attılar kimisi için kitap okumak zaman kaybı, kimsi içinde gereksiz kağıt israfı benim gibi eski alışkanlıklardan vazgeçmeyenler için kitap okumak bir tür dinlence bir tür keyif unsuru. Türkiye'de Yapılan araştırmalar sonucu 100  kişiden sadece 4.5 kişi kitap okuyor  bu oran çook çok düşük ve üzücü kitap okumak sakinleşmek demek, kitap okumak bambaşka alemlerde gezmek demek, kitap okumak empati yeteneğimizi geliştirmek demek bence ülkemizde ki insanların buna ihtiyacı var. bilinçli bir toplum olma yolunda umarım ilerde daha iyi sonuçlara ulaşırız.

                      Neyse asıl konumuza dönelim bu aralar zevkle okuduğum kitaplardan birisi Uğur KOŞAR'ın ALLAH DE ÖTESİNİ BIRAK kitabı itiraf etmeliyim ki kitap benim için biraz hafif kaldı öğretimi açısından, tevekkül açısından zaten bilgilerimin olmasının yanı sıra aklımdan uçup gidenleri hatırlatması bakımından çok faydasını gördüm, tevekkül etmenin insana sunduğu huzur ve iç rahatlığı bir kez daha anımsamama neden oldu yaşadığımız hayata öylesine kendimizi kaptırıyoruz ki bazen teknoloji'inin hızlı ilerlemesi, iş yaşamın getirdiği stresli anlar, beklentiler, kayıplar derken giderek Allah'a duyduğumuz güvenin azalması, kendimiz kaptırdığımız dünyada nereden gelip nereye gittiğimizi bu dünya ya asıl geliş sebeplerimi unutmamıza neden oluyor, işte tamda bu durumdayken Uğur KOŞAR’ın ALLAH DE ÖTESİNİ BIRAK kitabı devreye giriyor ve sizi gerçeklerle yüzleştiriyor, bu tarz kitaplar hem öğretimi açısından hemde ruhu tekrar tekrar dinginleştirmek, unutulanı hatırlatmak açısından siz farkında olmadan sık sık okunulası baş ucu kitapların'dan  biri olarak yerini almayı başarıyor, okumanızı şiddetle tavsiye ederim.


       


                kitap benim uzun zamandır araştırdığım Allah'ın(cc) isimleri ve faziletlerini öğrenmemde ön ayak oldu. Yaşadığım mucizelerse bana doğru yolda olduğumu gösterdi itikatımı ve tevekkelimi geliştirmek konusunda yolumu açtı inanın bana bu konuda attığınız adımlarda hiç aklınıza gelmeyecek mucizelerle karşılaşıyorsunuz yaşamınıza kattığı güzellikleri gördüğünüzde şimdiye kadar neden geç kalmışım bu kadar diye hayıflanıyorsunuz  kitap'dan minik bir alıntı yapıp dikkatiniz biraz daha çekmek istiyorum Uğur KOŞAR'ın bana öğretmiş olduğu bir dua ile sizlere paylaşmak istiyorum.





“ ya vecud , ya vedud, ya zel-arşi’l- mecid! Ya mubdiü ya müid! Ya fe’alün lima yürid! Es-elüke bi nuri vechikellezi melee erkane asşik, ve es-elüke bi kudretikelleti kaderte biha ala halkık, ve bi rahmetikelleti vesiat külle şey’in. La ilahe illa ente. Ya müğis,eğisni.”

Manası:

“Ey yüce dost, ey yüce arşın sahibi! Ey yoktan var eden, var ettiğini yok eden Rabb’im! Ey her istediğini yapan Allah’im! Arşın her yanını dolduran zatının nuru hürmetine, bütün mahlukata hükmettiğin kudretinin azametine, her şeyi kuşatan rahmetinin bereketine, senden istiyorum. Senden başka ilah yoktur. Ey çaresizlerin yardımına yetişen Allah’im bana yardım et.”

            Bu duayı uğur bey sizlere 3 kere okumanız tavsiye ediyor ve neden 3 kere okumamız gerektiğini güzel bir menkıbe ile açık ve yalın bir dille anlatmış tabi sadece bununla sınırlı değil çok güzel menkıbeler, hadisler, Allah(cc) isimlerinin anlamlar var kitap'da okuduğunuzda aklınızdan çıkaramayacağınız tümcelerde bulunuyor..
   
                Bu kitap size ne kazandıracak diye düşünürseniz yaşadığınız hayata bakış açınızın değişmesine, ruhunuzla bedeniniz arasındaki iç çekişme kısmen'den olsa son bulmasına, en azından nefsiniz için güzel bir başlangıç olacak. kendinizi var oluş sebep'ini sorguladığınız zamanlarda neden dünyadayım diye kendinize sorduğunuzda kitap size çok güzel cevaplar sunacak.. biraz önce dikkat ederseniz başlangıç dedim çünkü bu kitabı okuduktan sonra kendiniz daha fazla geliştirmek isteyeceksiniz eminim. Son olarak kitap'da beni en çok etkileyen ve aklınızdan çıkarmamanızı tavsiye edeceğim bir cümleyle sohbetimizi bitirmek istiyorum.


“ALLAH DE ÖTESİNİ BIRAK.! KUL RABB’İNİ İMTİHAN ETMEZ!...