27 Mayıs 2015 Çarşamba

KANSERLE OLAN İMTİHANIMIZ.....







Merhabalar 


ne kadarda uzun zaman olmuş yazmayalı bloğuma hatta bakmayalı özlemişim dert ortağımı yani sizleri son yazımı okudum da 2014 den hiç mutlu olmadığımı yazmışım hayatımdan biran önce çıksın gitsin istemişim oda sanırım çok kırgın gitti benden intikamını almaya yemin etmiş gibi çekti gitti gitti de 2015 daha büyük felaketlerle geldi hayatıma ama inanıyorum ki bugünlerde geçecek zaman bir çok acının üstünü kapatıp hafifletecek...

                                                  
                          Şubat ayında babamın yaşadığı rahatsızlık hayatımızın dengesini tamamen bozmuş durumda maalesef kanser rahatsızlığı bizimde evimizin içine büyük bir bomba gibi düştü konulan teşhisle hayatımız tamamen değişti kanserle olan imtihanımız başladı ve sanırım bu imtihandan kalıyoruz.


                     Çaresizlik, acı, ruhsal bunalım da elinden tutup geldi bu hastalıkla hani derler ya yer demir, gök bakır iste öyle bu aralar hayatımız buraya yazıyorum çünkü okuyanlardan dua bekliyorum şu anda dualarınıza o kadar çok ihtiyacım var ki.


kanser hastalığı ve yaşanılan süreci sizlerle paylaşacağım kendimi topladığımda sohbet edecek zamanımız olacak umarım şimdilik kendinize iyi bakın dualarınız da babamı da unutmayın....

sevgilerle....

31 Aralık 2014 Çarşamba

GÜLÜMSE 2015' e

evettttttttt

Nihayet geldik 2014' un son saatlerine benim şu anki isteğim 2014 hayatımdan hızla biran önce çıkıp olabildiğince acele ile git....

Bir türlü sevemedim seni benim için çok tehditkar bir yıl oldun canımın çok yaktın, korkularımı gerçekleşmesine ramak kalmıştı. Benimle kedinin fareyle oynadığı bir yıldı ama nihayet bitmesine saatler kaldı asla hatırlamak istemediğim bir yıl oldun ve şimdi puf diye buhar ol yok ol istiyorum....

2014 yaşattığı acıları sil götür yormadan kırmadan incitmeden edebinle git....


veeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee

2015 hoşgel sefalar getir.

senden çok isteklerim var mesela 2014'ü bana hızla unuttur içimden geçen tüm dileklerimi bana yaşadığım kötü yılı telafi etmek için ödül olarak ver....

Birde minik masum bir isteğim daha var bol bol çiçek alacağım mutluluktan havalara uçacağım harika, güzel, keyifli ve muhteşem bir yıl olsun....

 dilerim sizlerinde içinden geçen tüm dilekleriniz gerçekleşir mutlu yıllar......


30 Aralık 2014 Salı

BAKELE




BAKELE
Benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi Bakele derdim ben de ona. Dedeme ise dede.
Dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı Bakele’ye.
“Sen yorulma, ineği ben sağarım.” Gider sağardı.
“Su vereyim mi Bakele?” Verirdi.
Bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “Dur Bakele…” derdi elindeki odunları alıp. “Sobayı ben yakarım.” Yakardı.
Şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “Bakele…” derdi, “Al. Oku sen. İşlere ben bakarım.” Bakele dedeme kocaman güler, “Sağ ol İbrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. Okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. Sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “Bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “Şşt.” derdi dedem. “Okuyor oğlum, ne olacak? Hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” Alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı.
“Sen niye okumuyosun dede?”
“İşte ben de gazete bakıyorum ya.”
Yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. Kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. Sağılan ineğin arkasında durulmazdı. Uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek, kelebek öldürülmezdi.
Öğrenirdim.
Bakele macirdi.
“Macir ne demek dede?”
“Göçmen demek oğlum.”
“Göçmen ne demek?”
Başka memleketten gelmiş insan demekti. 
Okul gibiydi benim için köy. Duvarsız, çatısız. Kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
Yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, Bakele’nin elinden bıraktığı klitapları kendim okumayı öğreniyordum.
Macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… Orta iki’de.
Ve Bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek Bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. Ama dedemi daha çok sevdiğim için değil; dedem Bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği için.
Babam annemden su isterdi: “Semiha, su getir.” Dedem, Bakele istemeden getirirdi suyunu. Soğutur da getirirdi hem.
“Semiha çay koy.” derdi babam. Dedem çayı demler, getirip Bakele’ye ikram eder, “Beğendin mi?” diye de sorardı.
Babam anneme kızardı sık sık. Temizlik yaparken “Ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “Bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “Bağırttıracaksın beni şimdi çocuğun yanında.” Annem korkardı babamdan.
Dedem, Bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “Mis gibi yaptım Bakele. Otur, rahat rahat oku.” Bakele dedemden hiç korkmazdı.
Bakar öğrenirdim ben. Güzel şeyler öğrenirdim.
Lise sondaydım. Bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış, annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “Köye gidiyoruz. Hazırlan.” dediler. Bakele ölmüş.
Yol boyu Bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geliyordu gözümün önüne. Kime su getirecekti? Kim yorulmasın diye ineği sağacak, rahat okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti?
Ne edecekti?
Biz vardığımızda gömmüşlerdi Bakele’yi. Günahmış. Ölü bekletilmezmiş. Dedem önümüze düştü, annem ağlar, babam ağlar, köyün küçük kabristanına gittik. Başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış, Bakele içinde yatıyor. Ama ben gene ona veremedim aklımı. Gözüm de dedemdeydi gönlüm de. Ne zaman başucu tahtasında “Vesile Kara, Ruhuna Fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman Bakele’ye gitti aklım.
Vesile?
“Acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “Bakele babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin diye?..” Ama yok. Bakele yedi göbekten müslümandı.
Üç gün kaldık köyde. Gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama da. Ağlayıp duruyorlardı. Dedem donmuş gibiydi bir tek. Gözü hep Bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade.
Annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedeğimin eteğine. 
“Dede?..” dedim, “Bakele ne demek?
Anlattı.
Canım” demekmiş.
Ve “Aşkım” ve “Bir Tanem” ve “Her Şeyim” ve “Ömrümün Vârı” ve “Gözümün Nûru” ve “Kalbim” ve “Işığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
İlk “Canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “Hanım” dese “malım” demiş gibi olur diye korkmuş, “Vesile” dese çok resmi, soğuk. Ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “Baksana” dese olmaz, “Bak hele...” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.
Bakele dönüp bakmış. 
Dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
Beklemiş beklemiş Bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “Anladım İbrahim….” demiş. “Anladım… Sen bana Bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”
Aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış.
Öyle dedi dedem.
Sezgin Kaymaz (Egoist Okurdan alınmıştır.)

22 Aralık 2014 Pazartesi

DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR

selamlar saygılar efendim yine uzun zamandır ayrı kalmışım blogumdan ve sizlerden, aslında ara ara neler paylaşsam diye düşünmedim değil çokta biriktirdiklerim var paylaşmak istediğim ama şimdi kendimi o kadarda hazır hissetmiyorum umarım bir gün sizlere büyük bir keyifle anlatacağım o  zamanı gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum... 

bu gece sizlerin karşısına keyif alarak okuduğum yeni bir kitapla çıkmak istedim...


 bundan sonra kendime hedef belirledim en kötü ihtimalle ayda bir kitap okuyacağıma söz verdim kendime, okumanın beni dinlendirdiğini ve deşarj ettiğini düşünürsek ay da bir olması biraz az gibi ama yoğun iş hayatı ve iş dışındaki sorumluluklar bir ay da bir kitap okumama neden oluyor sizinle aklımda kalan okuduğum kitapları da paylaşmayı ihmal etmeyeceğim ama sıcak kan olarak her akşam evde bir hevesle gelip sayfalarını heyecanla açtığım kitabı tanıtayım ben, okuduklarımı 
 paylaşmaktan büyük keyif alacağım minik altılarla süslediğim yazım umarım ilginizi çeker ve sizlerde okumak için neden bulursunuz kendinize...

bu ayın şanslı kitabı "DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR" kitabın içeriğiyle giriş yapmak istiyorum ilginç bir başlangıç bence.....

" çünkü bir erkek bir kadının nefesi kadar"


" de ki: tüm yarattıklarının, bastırılmış dürtülerin, nefesleri kışkırtan cazibenin(neffasati fi'l-u'gad düğümlere üfleyen kadınların) şerrinden ve kıskançlık ateşiyle yanıp duran hasetçinin şerrinden, yarılarak ortaya çıkanın rabbine sığınırım"

 felak süresi, 1-5

Erkeklere kadınları nasıl sevmeleri gerektiğini anlatan ve dahası bir kadının kırılan kalbinin acısını hafifletmek için neler yapabileceğini sunan kitap acıların hiç dinmediği yer olan Ortadoğuda geçiyor. bir kadının kalbini fena halde kırmış bir adam... ve o adamı öldürmek için çölü geçmeyi göze almış dört kadın....


            kel kadın " nereye gidiyoruz?" diye soruyor. yaşlı " güneye" diyor. kel kadın kızgın, ısrar ediyor:

"ne kadar güneye?"

yaşlı kadın cevap veriyor:

"epey!"

oysa ben biraz önce istanbul'a gidiyordum. şimdi ise hayatımın en muhteşem ve en korkunç yolculuğuna çıkıyorum. hikayenin nasıl başladığını hatırlıyorum ve bugün bile inanamıyorum...

          çok sevdim bu kitabı ece temelkuran'ın kaleminden harika bir kitap okudukça içine çekiyor okuyucuyu okumanız tavsiye ediyorum....

















" bu gece bütün kandilleri yaktırdım yabancı. alev alev görünsün gözüne uzaktan sarayın pencereleri. acı bilgi: benim gibi bir kraliçenin varlığını hayal edecek denli engin olmaz senin rüyanın denizi. yazık ki ben sana hazırlıklıyım. ah besbelli! senin cehaletin benim gafletim olacak.


şarap kanımın yerini alıyor yabancı. kızıl, ağır hülya bastırıyor göğsüme. hikayemi sana anlatmak için parmaklarımla parçalıyorum, avucumla eğiriyorum, gümüş kelimeler ile örüyorum."

  devamı kitabın derinliklerinde gizli iyi dinlenceler sevgilerle görüşmek üzere....




28 Ağustos 2014 Perşembe

AKLIMDA KALSIN İSTEDİKLERİMDEN

Birinin kadını olmak istiyorum!

Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!

Biraz korunmak, biraz şımarmak...

Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek, Pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!

Neden mi?
Herkesin eli tutulmaz,
herkesle film seyredilmez,
herkesle çekirdek çitlenmez,
herkesin kadını olunmaz da o yüzden!

İçinden gelmeli...
Hücrelerine kadar hissetmeli, dna"larına kadar bilmeli insan!
Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz.
Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa, kafa da hiç karışmaz ya, olsun! Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar...

Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara!

Sabahları uyandığımda “günaydın sevgilim” mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!

Çalışırken, düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara... Gülümsediğim için daha çok çalışmak...

Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni, hiç sevilmediğim gibi...

Biri o kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!
O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!

Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum “neredesin” diye, “Hımm kim aradı bakayım” diye! Ben sormam ama, korkmasın. O sorsun!

“Biliyo musun ne oldu?” ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bi yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur. Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. “Ya, evet, çok mühim bir şeyler olmuş” falan desin bi de sonunda...

Şimdi ben istesem İstiklal caddesinde birinin elini tutup gezemem mi?
İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bi arasam?
Şimdi ben yalnız olmak istemesem, yalnız olur ve bunları da yazıyor olurmuydum?
Hiç sanmam!

Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok.

Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!
Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!
Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim.
Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz!

Birinin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak, biraz şımarmak...

Çekirdek mutlaka olsun!

Yasemin Pulat, 2008

Kaynak : http://www.internethaber.com/birinin-kadini-olmak-istiyorum-7618y.htm#ixzz1rkI1S4Hj

19 Ağustos 2014 Salı

GÜL LOKUMU' MU ÇOK ÖZLEMİŞİM....

Bugün fark ettim ki bloğ' mu özlemişim yaşadıklarımı içime atmışım kimselere dillendirememişim oysa ilk kurduğumda dert ortağım demiştim lokumum diye severim yazdıkça keyif verir bana dinlendirir o da beni özlemiştir dedim ve klavyemin tuşlarını tıkırdatmaya başladım... :) 

Takvime baktığımda uzun zaman olmuş yazmayalı bırakmadım aslında aklımın bir köşesinde hep vardı ama hayatın bana sunduğu virajlı yolları kazasız belasız atlatmanın derdindeydim. yara almadım diyemem ama hafif sıyrıklarla atlattık sayılır şimdilik!

Kopma noktam babamın yaşadığı ani bir hastalık oldu yüksek tansiyondan dolayı beyin damarında emboli attı 2 gün yoğun bakım ünitesinde tedavi gördü daha sonra servise geçti bu süreç tüm dünyamı bir anda değiştirdi neyse ki allah onu bana bağışladı sıkıntılar bir nebzede olsa azaldı bize sadece alzheimer hastalığı kaldı zor zamanlar bizi bekliyor biliyorum aslında bu konuyla ilgi araştırmalarım hala devam ediyor edindiğim tüm bilgileri ve yaşadıklarımı özel bir yazımda paylaşmak istiyorum.

Zaman yine mucizesini gösterdi üstümdeki şoku atmak için debelenirken ilk heyecanım hayatıma girdi allah yaşadığım kötü günlerin ardından yüzümü gülümsetsin diye bana arabamı gönderdi beyaz güvercinimi, belki yıllardır hayalını kurmuşumdur buruk bir mutlulukla etrafıma gülümserken buldum kendimi şimdilerde trafiğe çıkma, aklı başında kullanma çabalarım hala devam ediyor ama ruhumun sıkıntısını öylesine dağıttı ki aynı anda ramazan ayının tatlı telaşı sarıverdi içimi ramazanın gelişiyle huzur sanki elimden tutmuştu sakinleştiriyordu sıkıntım gram gram azalıyordu. 

ama benim adım hilal hayatımdaki gariplikler dur durak bilmeden devam etti aşk diye başladığım serüvenin sonunu da tatlı bir dostlukla da bitirmeyi ihmal etmedim :) iyi geldi hani ben diplerde gezinirken kafamı kaldırıp hayata tutunmama yardım etti sağolsun farkında olmadan baya da iyi etti :))

işler yavaş yavaş yoluna girmeye başladı hayatın rutin telaşı devam ediyor işler güçler koşuşturmaca bayram ayının vermiş olduğu tatil miskinliği pek bi telaşlı akmış zaman bende aguapark kaydırağının içinde bir sağa bide sola çarparak hızla suya dalan masum tatilci gibi havuza hızlı bir atlayış yaptım yaşananların telaşı sanki bir anda kesildi zaman o gün bir kaç dakika durdu birde bakmışım ağustos ayının 10 u gelmiş gözümü açtığımda 30 umu bitirmiştim kolay mı ağzı dolusu kocaman 30 yıl geride kalmıştı yaşarken keyifli heyecanlı sevinçlerle, acılarla dol zorlu zamanlara akıp gitti ruhum bir köşesinden yolu yarıladık mı yoksa diye düşünmeden kendimi alamadım koca bir kadın olmuşum daha dün babamın gözlerine bakıp şımarıklık yaparken hangi ara böyle büyümüştüm ben bile inanamadım.... size anlatırken yine dalıp gittim yazıyı yazmak da epey zamanımı almış sivas'ın serin esen rüzgarı içimi ürpertti ağustosunda sonuna geldik son bahara selam çakıyoruz annem der hep ne yazlar gelir, ne kışlar geçer allah gönül kışı vermesin.... ne dediğini daha iyi anlar oldum şimdi..  içimdekileri epeyce dökmüşüm şimdi gitme vakti.

gönlünüz hep yaz olsun sıcacık yaz neşesiyle dolsun görüşürüz.....

 

28 Haziran 2014 Cumartesi

ŞEYTANIN GÜLÜ....

    

     Bu ender rastlanan gülün halfetiye özgü olduğunu ve sadece burada siyah açtığını başka ülkelere gitse de renginin siyah kalmadığını yazıyordu okuduğum bir blog da araştırmalarım sonunda yazılanların ve böylesine özel güllerin varlığının gerçek olduğunu öğrendim hikayesi de çok ilginç geldi muhteşem güllerin hikayesini birde siz okuyup büyülenin bakalım...

                Geçen zamanda bir yerde çok güzel herkesin hayran kaldığı simsiyah bir gül varmış. Bu gül dünyanı
n hiçbir yerinde bulunmayan bir türmüş. Güle ŞEYTANIN GÜLÜ denirmiş. Kimse dokunmaz elleyemezmiş. Sadece yılın belirli zamanlarında bir büyücü topluluğu gelir bakire masum bir kızın kanını gülün toprağına döker dualar edip giderlermiş. Tanrıya inanan insanlar bile Şeytanın Gülüne ellerini süremezlermiş. 
Bir gün 18 yaşında genç bir kız büyücüler ayinlerini yaparken gizlice izliyormuş. Bir ara uyuklamış. Gözlerini açtığında saat gece yarısını vurmuş büyücüler gitmiş bile... ...

                 Kalkıp tam gitmeye hazırlanırken bir karartı ve ağlama sesi duymuş heyecanlanıp korkmuş. Ama bir yandan da merak ediyormuş bu kişinin kim olduğunu. Yavaşça ayağa kalkıp "Kim var orada?" diye mırıldanmış. Bir anda çok yoğun bir alev parçası parlayıp sönmüş. Söndüğünde Şeytanın Gülünün yanında kimsenin olmadığını fark etmiş. Gülün yanına gidip dolanmış ama hiçbir şey yokmuş. Tam gideyim diye arkasını döndüğünde yerde bir madalyon görmüş. Madalyon yuvarlak ve ortasında yıldız varmış. Önce bir etrafına bakıp madalyonu almış. Bunu büyücülerin düşürdüğünü sanıp cebine koyup büyücülere vermek için eve dönmüş. Büyücüler bir daha ki bahar ayına kadar dönmeyeceklermiş o zamana kadar saklayıp vereceğini planlamış. 


               Eve döndüğünde annesi kapıda bekliyormuş. Kızmasın diye bir şeyler düşünmüş. Ailesi tanrıya inanan ve her Pazar kiliseye giden aile yapısındaymış. Annesi kız kapıya geldiğinde sormuş" neredeydin bu saate kadar?" kızda hafif bir mırıltıyla "Derenin yanında uyuya kalmışım." diyerek eve girmiş. Babası koltuğa uzanmış kestirir bir vaziyette "bu kızdan ne köy ne kasaba olacak Eşşek sıpası" diyerek yeniden gözlerini kapatmış. Güzel kız bir şey söylemeden odasına geçmiş. Bulduğu madalyonu inceleyip ne anlama geldiğini düşünmüş ama sıfır hiçbir anlam çıkaramamış. Geç olduğundan uyuyup yarın pederin yanına gidip sormaya karar vermiş. Gece rüyasında siyah ata binen çok hiddetli kırmızı safir gözleri olan bir adamın Şeytanın Gülünü kopartıp kendisine verdiğini görmüş. 
             

               Sabah kasabanın kilisesinde Peder Lucas a gidip bu madalyonu göstermiş. Hiç beklemediği bir anda Peder Lucas bağırıp "Çık buradan cadı kilisemi ve beni günaha sokuyorsun diyerek kızı kovmuş". Şaşkınlık içersinde ne yapacağını şaşırmış ve koşmaya başlamış. O koşarken Peder Lucas da kilisenin kapısının önünde kasabaya doğru bağırıyormuş. "İşte demiştim sizlere cadılar gelmeye başladı Şeytan geliyor buraya o Gül uğursuz..." diye devam etmiş. Ama Lucas bile bu güle dokunamayacağını biliyormuş. 

                  Kız kötü bir şey yaptığını düşünerek bu madalyonu Gülün yanına koyup uzaklaşmayı düşünüyormuş. Şeytanın Gülünün yanına geldiğinde Gülün yapraklarının açtığını görmüş. Büyük bir sevinç ve telaş arasında eve arkadaşı Steven ın yanına gitmiş. "Şeytanın Gülü açıldı sonunda sonunda..." diye bağırıyormuş. Steven bu çok güzel ama sana kötü bir haberim var ailem artık seninle konuşmamı istemiyor! diyerek içeri girmiş. Herkes Peder Lucas ın dediklerini duyup kıza cadı muamelesi yapıyormuş. Aradan 1-2 gün geçmiş Peder halkı iyice kışkırtıyor kızın üstüne salıyor ve Şeytanın Gülünü kötümsüyormuş. 

               O zamanlar cadılar yakılarak cezalandırılıyormuş. Kızı kendi annesi ve babası elleriyle tutup kasaba meydanına getirmişler. Başta Peder Lucas olmak üzere bütün kasaba sakinleri kıza küfürler ediyor itip kakıyorlarmış. Kızı çırılçıplak soyup çarmığa germişler. Etrafına kuru otlar yığıp ham mazot dökmüşler. Kızın üstünde madalyondan başka hiçbir şey yokmuş. Peder Lucas mazotlu otlara yaklaşıp "TANRIM!! İşte bir cadıyı daha cezalandırmak için yanına gönderiyoruz. Cezasını Ver!!" demiş ve elindeki meşaleyi otlara atmış. Bir anda kızın etrafını saran ateşler sanki kıza yakmıyorlarmış. İşte o anda alevlerin arasından rüyasında gördüğü adam çıkagelmiş. 


               Atından inmiş kızı kucaklamış alevler ikisine de sanki yol açıyor önlerinde titriyormuş. Kızın üstüne pelerinini örtmüş ve yere bırakmış. Çarmığa dönmüş ve hac şeklinde yanan çarmak yerden 2-3 metre yükselip tam ters bir hac görünümünü almış. Kasaba halkı hayretle bakıyor Peder Lucas ın bile ağzından hiçbir şey çıkmıyormuş. Bir an herkes fısıldaşmaya başlayıp Lucas ın elini kaldırmasıyla kıza ve ateşlerin içine arkası dönük adama taşlar fırlatmaya başlamışlar. Kız oracıkta yığılıvermiş. Ateşlerin içindeki adam arkasını dönüp kızın öldüğünü görünce "KUDREEEEEEET!! Diyerek bağırmış. Bacakları bir keçinin şeklini alıp boynuzları çıkmış. Gözlerinden alevler fışkırıyor ve çok acımasızca bakıyormuş. Kasaba halkı korkudan kaçmaya başlamış. 

            O anda etrafı alevler sarmış ve bütün kasaba küllere dönüşmüş. O gizemli adam aslında Şeytanmış. Eski insan gibi olan haline dönüp kızı kucağına almış. Ve bağırarak"SEN !! TANRI OLSAN DA!!  SEVGİMİ ÖLDÜRSEN DE!! BENİ KOVSAN DA!!  AŞKIMA DOKUNAMAZSIN ELBETTE GÜLÜMÜN TOHUMLARI DÜNYAYA YAYILACAK!! YENİ AŞKLAR YENİ GÜLLER TEKRAR YEŞERECEK!!" diyerek kızla birlikte ortadan kaybolur. Büyücüler tekrar toplandığında şaşkınlık içerisinde kasabanın olmadığını görürler. Direk Şeytanın Gülünün yanına giderler. Yapraklarının yarısının kırmızı yarısının siyah olduğunu görürler. Gülün ortası açılmış ve Polenlerinin etrafa yayıldığını görürler. 

               Güllerin siyah kısmı Şeytanın aşkını kırmızı kısmı ise aşkı. Kırmızı güller o günden beri dünyanın her köşesinde yetişir.Aşk hiçbir zaman ölmez.Ama Şeytanın Gülü artık yeşermez....


                                     şeytan bile aşkının yok olmayacağına inanırken neyin derdindeyiz bazen çözemiyorum...