31 Aralık 2014 Çarşamba

GÜLÜMSE 2015' e

evettttttttt

Nihayet geldik 2014' un son saatlerine benim şu anki isteğim 2014 hayatımdan hızla biran önce çıkıp olabildiğince acele ile git....

Bir türlü sevemedim seni benim için çok tehditkar bir yıl oldun canımın çok yaktın, korkularımı gerçekleşmesine ramak kalmıştı. Benimle kedinin fareyle oynadığı bir yıldı ama nihayet bitmesine saatler kaldı asla hatırlamak istemediğim bir yıl oldun ve şimdi puf diye buhar ol yok ol istiyorum....

2014 yaşattığı acıları sil götür yormadan kırmadan incitmeden edebinle git....


veeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee

2015 hoşgel sefalar getir.

senden çok isteklerim var mesela 2014'ü bana hızla unuttur içimden geçen tüm dileklerimi bana yaşadığım kötü yılı telafi etmek için ödül olarak ver....

Birde minik masum bir isteğim daha var bol bol çiçek alacağım mutluluktan havalara uçacağım harika, güzel, keyifli ve muhteşem bir yıl olsun....

 dilerim sizlerinde içinden geçen tüm dilekleriniz gerçekleşir mutlu yıllar......


30 Aralık 2014 Salı

BAKELE




BAKELE
Benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi Bakele derdim ben de ona. Dedeme ise dede.
Dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı Bakele’ye.
“Sen yorulma, ineği ben sağarım.” Gider sağardı.
“Su vereyim mi Bakele?” Verirdi.
Bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “Dur Bakele…” derdi elindeki odunları alıp. “Sobayı ben yakarım.” Yakardı.
Şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “Bakele…” derdi, “Al. Oku sen. İşlere ben bakarım.” Bakele dedeme kocaman güler, “Sağ ol İbrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. Okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. Sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “Bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “Şşt.” derdi dedem. “Okuyor oğlum, ne olacak? Hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” Alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı.
“Sen niye okumuyosun dede?”
“İşte ben de gazete bakıyorum ya.”
Yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. Kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. Sağılan ineğin arkasında durulmazdı. Uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek, kelebek öldürülmezdi.
Öğrenirdim.
Bakele macirdi.
“Macir ne demek dede?”
“Göçmen demek oğlum.”
“Göçmen ne demek?”
Başka memleketten gelmiş insan demekti. 
Okul gibiydi benim için köy. Duvarsız, çatısız. Kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
Yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, Bakele’nin elinden bıraktığı klitapları kendim okumayı öğreniyordum.
Macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… Orta iki’de.
Ve Bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek Bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. Ama dedemi daha çok sevdiğim için değil; dedem Bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği için.
Babam annemden su isterdi: “Semiha, su getir.” Dedem, Bakele istemeden getirirdi suyunu. Soğutur da getirirdi hem.
“Semiha çay koy.” derdi babam. Dedem çayı demler, getirip Bakele’ye ikram eder, “Beğendin mi?” diye de sorardı.
Babam anneme kızardı sık sık. Temizlik yaparken “Ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “Bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “Bağırttıracaksın beni şimdi çocuğun yanında.” Annem korkardı babamdan.
Dedem, Bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “Mis gibi yaptım Bakele. Otur, rahat rahat oku.” Bakele dedemden hiç korkmazdı.
Bakar öğrenirdim ben. Güzel şeyler öğrenirdim.
Lise sondaydım. Bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış, annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “Köye gidiyoruz. Hazırlan.” dediler. Bakele ölmüş.
Yol boyu Bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geliyordu gözümün önüne. Kime su getirecekti? Kim yorulmasın diye ineği sağacak, rahat okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti?
Ne edecekti?
Biz vardığımızda gömmüşlerdi Bakele’yi. Günahmış. Ölü bekletilmezmiş. Dedem önümüze düştü, annem ağlar, babam ağlar, köyün küçük kabristanına gittik. Başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış, Bakele içinde yatıyor. Ama ben gene ona veremedim aklımı. Gözüm de dedemdeydi gönlüm de. Ne zaman başucu tahtasında “Vesile Kara, Ruhuna Fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman Bakele’ye gitti aklım.
Vesile?
“Acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “Bakele babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin diye?..” Ama yok. Bakele yedi göbekten müslümandı.
Üç gün kaldık köyde. Gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama da. Ağlayıp duruyorlardı. Dedem donmuş gibiydi bir tek. Gözü hep Bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade.
Annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedeğimin eteğine. 
“Dede?..” dedim, “Bakele ne demek?
Anlattı.
Canım” demekmiş.
Ve “Aşkım” ve “Bir Tanem” ve “Her Şeyim” ve “Ömrümün Vârı” ve “Gözümün Nûru” ve “Kalbim” ve “Işığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
İlk “Canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “Hanım” dese “malım” demiş gibi olur diye korkmuş, “Vesile” dese çok resmi, soğuk. Ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “Baksana” dese olmaz, “Bak hele...” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.
Bakele dönüp bakmış. 
Dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
Beklemiş beklemiş Bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “Anladım İbrahim….” demiş. “Anladım… Sen bana Bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”
Aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış.
Öyle dedi dedem.
Sezgin Kaymaz (Egoist Okurdan alınmıştır.)

22 Aralık 2014 Pazartesi

DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR

selamlar saygılar efendim yine uzun zamandır ayrı kalmışım blogumdan ve sizlerden, aslında ara ara neler paylaşsam diye düşünmedim değil çokta biriktirdiklerim var paylaşmak istediğim ama şimdi kendimi o kadarda hazır hissetmiyorum umarım bir gün sizlere büyük bir keyifle anlatacağım o  zamanı gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum... 

bu gece sizlerin karşısına keyif alarak okuduğum yeni bir kitapla çıkmak istedim...


 bundan sonra kendime hedef belirledim en kötü ihtimalle ayda bir kitap okuyacağıma söz verdim kendime, okumanın beni dinlendirdiğini ve deşarj ettiğini düşünürsek ay da bir olması biraz az gibi ama yoğun iş hayatı ve iş dışındaki sorumluluklar bir ay da bir kitap okumama neden oluyor sizinle aklımda kalan okuduğum kitapları da paylaşmayı ihmal etmeyeceğim ama sıcak kan olarak her akşam evde bir hevesle gelip sayfalarını heyecanla açtığım kitabı tanıtayım ben, okuduklarımı 
 paylaşmaktan büyük keyif alacağım minik altılarla süslediğim yazım umarım ilginizi çeker ve sizlerde okumak için neden bulursunuz kendinize...

bu ayın şanslı kitabı "DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR" kitabın içeriğiyle giriş yapmak istiyorum ilginç bir başlangıç bence.....

" çünkü bir erkek bir kadının nefesi kadar"


" de ki: tüm yarattıklarının, bastırılmış dürtülerin, nefesleri kışkırtan cazibenin(neffasati fi'l-u'gad düğümlere üfleyen kadınların) şerrinden ve kıskançlık ateşiyle yanıp duran hasetçinin şerrinden, yarılarak ortaya çıkanın rabbine sığınırım"

 felak süresi, 1-5

Erkeklere kadınları nasıl sevmeleri gerektiğini anlatan ve dahası bir kadının kırılan kalbinin acısını hafifletmek için neler yapabileceğini sunan kitap acıların hiç dinmediği yer olan Ortadoğuda geçiyor. bir kadının kalbini fena halde kırmış bir adam... ve o adamı öldürmek için çölü geçmeyi göze almış dört kadın....


            kel kadın " nereye gidiyoruz?" diye soruyor. yaşlı " güneye" diyor. kel kadın kızgın, ısrar ediyor:

"ne kadar güneye?"

yaşlı kadın cevap veriyor:

"epey!"

oysa ben biraz önce istanbul'a gidiyordum. şimdi ise hayatımın en muhteşem ve en korkunç yolculuğuna çıkıyorum. hikayenin nasıl başladığını hatırlıyorum ve bugün bile inanamıyorum...

          çok sevdim bu kitabı ece temelkuran'ın kaleminden harika bir kitap okudukça içine çekiyor okuyucuyu okumanız tavsiye ediyorum....

















" bu gece bütün kandilleri yaktırdım yabancı. alev alev görünsün gözüne uzaktan sarayın pencereleri. acı bilgi: benim gibi bir kraliçenin varlığını hayal edecek denli engin olmaz senin rüyanın denizi. yazık ki ben sana hazırlıklıyım. ah besbelli! senin cehaletin benim gafletim olacak.


şarap kanımın yerini alıyor yabancı. kızıl, ağır hülya bastırıyor göğsüme. hikayemi sana anlatmak için parmaklarımla parçalıyorum, avucumla eğiriyorum, gümüş kelimeler ile örüyorum."

  devamı kitabın derinliklerinde gizli iyi dinlenceler sevgilerle görüşmek üzere....




28 Ağustos 2014 Perşembe

AKLIMDA KALSIN İSTEDİKLERİMDEN

Birinin kadını olmak istiyorum!

Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!

Biraz korunmak, biraz şımarmak...

Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek, Pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!

Neden mi?
Herkesin eli tutulmaz,
herkesle film seyredilmez,
herkesle çekirdek çitlenmez,
herkesin kadını olunmaz da o yüzden!

İçinden gelmeli...
Hücrelerine kadar hissetmeli, dna"larına kadar bilmeli insan!
Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz.
Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa, kafa da hiç karışmaz ya, olsun! Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar...

Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara!

Sabahları uyandığımda “günaydın sevgilim” mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!

Çalışırken, düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara... Gülümsediğim için daha çok çalışmak...

Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni, hiç sevilmediğim gibi...

Biri o kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!
O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!

Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum “neredesin” diye, “Hımm kim aradı bakayım” diye! Ben sormam ama, korkmasın. O sorsun!

“Biliyo musun ne oldu?” ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bi yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur. Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. “Ya, evet, çok mühim bir şeyler olmuş” falan desin bi de sonunda...

Şimdi ben istesem İstiklal caddesinde birinin elini tutup gezemem mi?
İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bi arasam?
Şimdi ben yalnız olmak istemesem, yalnız olur ve bunları da yazıyor olurmuydum?
Hiç sanmam!

Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok.

Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!
Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!
Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim.
Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz!

Birinin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak, biraz şımarmak...

Çekirdek mutlaka olsun!

Yasemin Pulat, 2008

Kaynak : http://www.internethaber.com/birinin-kadini-olmak-istiyorum-7618y.htm#ixzz1rkI1S4Hj

19 Ağustos 2014 Salı

GÜL LOKUMU' MU ÇOK ÖZLEMİŞİM....

Bugün fark ettim ki bloğ' mu özlemişim yaşadıklarımı içime atmışım kimselere dillendirememişim oysa ilk kurduğumda dert ortağım demiştim lokumum diye severim yazdıkça keyif verir bana dinlendirir o da beni özlemiştir dedim ve klavyemin tuşlarını tıkırdatmaya başladım... :) 

Takvime baktığımda uzun zaman olmuş yazmayalı bırakmadım aslında aklımın bir köşesinde hep vardı ama hayatın bana sunduğu virajlı yolları kazasız belasız atlatmanın derdindeydim. yara almadım diyemem ama hafif sıyrıklarla atlattık sayılır şimdilik!

Kopma noktam babamın yaşadığı ani bir hastalık oldu yüksek tansiyondan dolayı beyin damarında emboli attı 2 gün yoğun bakım ünitesinde tedavi gördü daha sonra servise geçti bu süreç tüm dünyamı bir anda değiştirdi neyse ki allah onu bana bağışladı sıkıntılar bir nebzede olsa azaldı bize sadece alzheimer hastalığı kaldı zor zamanlar bizi bekliyor biliyorum aslında bu konuyla ilgi araştırmalarım hala devam ediyor edindiğim tüm bilgileri ve yaşadıklarımı özel bir yazımda paylaşmak istiyorum.

Zaman yine mucizesini gösterdi üstümdeki şoku atmak için debelenirken ilk heyecanım hayatıma girdi allah yaşadığım kötü günlerin ardından yüzümü gülümsetsin diye bana arabamı gönderdi beyaz güvercinimi, belki yıllardır hayalını kurmuşumdur buruk bir mutlulukla etrafıma gülümserken buldum kendimi şimdilerde trafiğe çıkma, aklı başında kullanma çabalarım hala devam ediyor ama ruhumun sıkıntısını öylesine dağıttı ki aynı anda ramazan ayının tatlı telaşı sarıverdi içimi ramazanın gelişiyle huzur sanki elimden tutmuştu sakinleştiriyordu sıkıntım gram gram azalıyordu. 

ama benim adım hilal hayatımdaki gariplikler dur durak bilmeden devam etti aşk diye başladığım serüvenin sonunu da tatlı bir dostlukla da bitirmeyi ihmal etmedim :) iyi geldi hani ben diplerde gezinirken kafamı kaldırıp hayata tutunmama yardım etti sağolsun farkında olmadan baya da iyi etti :))

işler yavaş yavaş yoluna girmeye başladı hayatın rutin telaşı devam ediyor işler güçler koşuşturmaca bayram ayının vermiş olduğu tatil miskinliği pek bi telaşlı akmış zaman bende aguapark kaydırağının içinde bir sağa bide sola çarparak hızla suya dalan masum tatilci gibi havuza hızlı bir atlayış yaptım yaşananların telaşı sanki bir anda kesildi zaman o gün bir kaç dakika durdu birde bakmışım ağustos ayının 10 u gelmiş gözümü açtığımda 30 umu bitirmiştim kolay mı ağzı dolusu kocaman 30 yıl geride kalmıştı yaşarken keyifli heyecanlı sevinçlerle, acılarla dol zorlu zamanlara akıp gitti ruhum bir köşesinden yolu yarıladık mı yoksa diye düşünmeden kendimi alamadım koca bir kadın olmuşum daha dün babamın gözlerine bakıp şımarıklık yaparken hangi ara böyle büyümüştüm ben bile inanamadım.... size anlatırken yine dalıp gittim yazıyı yazmak da epey zamanımı almış sivas'ın serin esen rüzgarı içimi ürpertti ağustosunda sonuna geldik son bahara selam çakıyoruz annem der hep ne yazlar gelir, ne kışlar geçer allah gönül kışı vermesin.... ne dediğini daha iyi anlar oldum şimdi..  içimdekileri epeyce dökmüşüm şimdi gitme vakti.

gönlünüz hep yaz olsun sıcacık yaz neşesiyle dolsun görüşürüz.....

 

28 Haziran 2014 Cumartesi

ŞEYTANIN GÜLÜ....

    

     Bu ender rastlanan gülün halfetiye özgü olduğunu ve sadece burada siyah açtığını başka ülkelere gitse de renginin siyah kalmadığını yazıyordu okuduğum bir blog da araştırmalarım sonunda yazılanların ve böylesine özel güllerin varlığının gerçek olduğunu öğrendim hikayesi de çok ilginç geldi muhteşem güllerin hikayesini birde siz okuyup büyülenin bakalım...

                Geçen zamanda bir yerde çok güzel herkesin hayran kaldığı simsiyah bir gül varmış. Bu gül dünyanı
n hiçbir yerinde bulunmayan bir türmüş. Güle ŞEYTANIN GÜLÜ denirmiş. Kimse dokunmaz elleyemezmiş. Sadece yılın belirli zamanlarında bir büyücü topluluğu gelir bakire masum bir kızın kanını gülün toprağına döker dualar edip giderlermiş. Tanrıya inanan insanlar bile Şeytanın Gülüne ellerini süremezlermiş. 
Bir gün 18 yaşında genç bir kız büyücüler ayinlerini yaparken gizlice izliyormuş. Bir ara uyuklamış. Gözlerini açtığında saat gece yarısını vurmuş büyücüler gitmiş bile... ...

                 Kalkıp tam gitmeye hazırlanırken bir karartı ve ağlama sesi duymuş heyecanlanıp korkmuş. Ama bir yandan da merak ediyormuş bu kişinin kim olduğunu. Yavaşça ayağa kalkıp "Kim var orada?" diye mırıldanmış. Bir anda çok yoğun bir alev parçası parlayıp sönmüş. Söndüğünde Şeytanın Gülünün yanında kimsenin olmadığını fark etmiş. Gülün yanına gidip dolanmış ama hiçbir şey yokmuş. Tam gideyim diye arkasını döndüğünde yerde bir madalyon görmüş. Madalyon yuvarlak ve ortasında yıldız varmış. Önce bir etrafına bakıp madalyonu almış. Bunu büyücülerin düşürdüğünü sanıp cebine koyup büyücülere vermek için eve dönmüş. Büyücüler bir daha ki bahar ayına kadar dönmeyeceklermiş o zamana kadar saklayıp vereceğini planlamış. 


               Eve döndüğünde annesi kapıda bekliyormuş. Kızmasın diye bir şeyler düşünmüş. Ailesi tanrıya inanan ve her Pazar kiliseye giden aile yapısındaymış. Annesi kız kapıya geldiğinde sormuş" neredeydin bu saate kadar?" kızda hafif bir mırıltıyla "Derenin yanında uyuya kalmışım." diyerek eve girmiş. Babası koltuğa uzanmış kestirir bir vaziyette "bu kızdan ne köy ne kasaba olacak Eşşek sıpası" diyerek yeniden gözlerini kapatmış. Güzel kız bir şey söylemeden odasına geçmiş. Bulduğu madalyonu inceleyip ne anlama geldiğini düşünmüş ama sıfır hiçbir anlam çıkaramamış. Geç olduğundan uyuyup yarın pederin yanına gidip sormaya karar vermiş. Gece rüyasında siyah ata binen çok hiddetli kırmızı safir gözleri olan bir adamın Şeytanın Gülünü kopartıp kendisine verdiğini görmüş. 
             

               Sabah kasabanın kilisesinde Peder Lucas a gidip bu madalyonu göstermiş. Hiç beklemediği bir anda Peder Lucas bağırıp "Çık buradan cadı kilisemi ve beni günaha sokuyorsun diyerek kızı kovmuş". Şaşkınlık içersinde ne yapacağını şaşırmış ve koşmaya başlamış. O koşarken Peder Lucas da kilisenin kapısının önünde kasabaya doğru bağırıyormuş. "İşte demiştim sizlere cadılar gelmeye başladı Şeytan geliyor buraya o Gül uğursuz..." diye devam etmiş. Ama Lucas bile bu güle dokunamayacağını biliyormuş. 

                  Kız kötü bir şey yaptığını düşünerek bu madalyonu Gülün yanına koyup uzaklaşmayı düşünüyormuş. Şeytanın Gülünün yanına geldiğinde Gülün yapraklarının açtığını görmüş. Büyük bir sevinç ve telaş arasında eve arkadaşı Steven ın yanına gitmiş. "Şeytanın Gülü açıldı sonunda sonunda..." diye bağırıyormuş. Steven bu çok güzel ama sana kötü bir haberim var ailem artık seninle konuşmamı istemiyor! diyerek içeri girmiş. Herkes Peder Lucas ın dediklerini duyup kıza cadı muamelesi yapıyormuş. Aradan 1-2 gün geçmiş Peder halkı iyice kışkırtıyor kızın üstüne salıyor ve Şeytanın Gülünü kötümsüyormuş. 

               O zamanlar cadılar yakılarak cezalandırılıyormuş. Kızı kendi annesi ve babası elleriyle tutup kasaba meydanına getirmişler. Başta Peder Lucas olmak üzere bütün kasaba sakinleri kıza küfürler ediyor itip kakıyorlarmış. Kızı çırılçıplak soyup çarmığa germişler. Etrafına kuru otlar yığıp ham mazot dökmüşler. Kızın üstünde madalyondan başka hiçbir şey yokmuş. Peder Lucas mazotlu otlara yaklaşıp "TANRIM!! İşte bir cadıyı daha cezalandırmak için yanına gönderiyoruz. Cezasını Ver!!" demiş ve elindeki meşaleyi otlara atmış. Bir anda kızın etrafını saran ateşler sanki kıza yakmıyorlarmış. İşte o anda alevlerin arasından rüyasında gördüğü adam çıkagelmiş. 


               Atından inmiş kızı kucaklamış alevler ikisine de sanki yol açıyor önlerinde titriyormuş. Kızın üstüne pelerinini örtmüş ve yere bırakmış. Çarmığa dönmüş ve hac şeklinde yanan çarmak yerden 2-3 metre yükselip tam ters bir hac görünümünü almış. Kasaba halkı hayretle bakıyor Peder Lucas ın bile ağzından hiçbir şey çıkmıyormuş. Bir an herkes fısıldaşmaya başlayıp Lucas ın elini kaldırmasıyla kıza ve ateşlerin içine arkası dönük adama taşlar fırlatmaya başlamışlar. Kız oracıkta yığılıvermiş. Ateşlerin içindeki adam arkasını dönüp kızın öldüğünü görünce "KUDREEEEEEET!! Diyerek bağırmış. Bacakları bir keçinin şeklini alıp boynuzları çıkmış. Gözlerinden alevler fışkırıyor ve çok acımasızca bakıyormuş. Kasaba halkı korkudan kaçmaya başlamış. 

            O anda etrafı alevler sarmış ve bütün kasaba küllere dönüşmüş. O gizemli adam aslında Şeytanmış. Eski insan gibi olan haline dönüp kızı kucağına almış. Ve bağırarak"SEN !! TANRI OLSAN DA!!  SEVGİMİ ÖLDÜRSEN DE!! BENİ KOVSAN DA!!  AŞKIMA DOKUNAMAZSIN ELBETTE GÜLÜMÜN TOHUMLARI DÜNYAYA YAYILACAK!! YENİ AŞKLAR YENİ GÜLLER TEKRAR YEŞERECEK!!" diyerek kızla birlikte ortadan kaybolur. Büyücüler tekrar toplandığında şaşkınlık içerisinde kasabanın olmadığını görürler. Direk Şeytanın Gülünün yanına giderler. Yapraklarının yarısının kırmızı yarısının siyah olduğunu görürler. Gülün ortası açılmış ve Polenlerinin etrafa yayıldığını görürler. 

               Güllerin siyah kısmı Şeytanın aşkını kırmızı kısmı ise aşkı. Kırmızı güller o günden beri dünyanın her köşesinde yetişir.Aşk hiçbir zaman ölmez.Ama Şeytanın Gülü artık yeşermez....


                                     şeytan bile aşkının yok olmayacağına inanırken neyin derdindeyiz bazen çözemiyorum...

28 Mayıs 2014 Çarşamba

GÜNE BÖYLE BİR YAZIYLA UYANMAK....

OLGUNLAŞMAK...
Artık eskisi gibi her hafta sonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım.
İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun.
Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık.
Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.
İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var.
'Ben demiştim' ,'ben bilirim', 'ben zaten anlamıştım',
Sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun. İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun.
İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum.
Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor.
Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu öğreniyorsun buralara kadar gelirken.
Uzun düz otobanlardan olduğu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulaşabilirsin hedeflerine.
Kestirmeleri de öğrendim gide gele.
Boş geçen her saniye değerli artık.
Daha yapılacak çok şey var ama, kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana değilim.
Gerektiğinde 'HAYIR' demeyi öğrendim ve bu kelime başta karşındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor.
Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum.
Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor, olgunlaşıyor.
Aileme ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce göstermediğim sevgi, anlayış ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor.
Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya başladılar.
Vereceğim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir şey öğrenilmiyor.
Yasamışlığın oluşturduğu bir alçak gönüllülükle gülüyorum içimden sadece.
Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmiş dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylaşmalıyım.
Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum.
Modaya uymak adına popumun sığmadığı düşük bel pantolonlara sığmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim .
Ayıp, günah yada ne derler korkuları çoktan geride kaldı.
Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken şimdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor.
Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.
Sonra Sezen'in şarkısındaki gibi anneni daha sık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun.
İşte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor.
Yasamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk.
Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yasadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek.
İnanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor.
Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor.Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunluğu bulmasını diliyorum...
-Can Dündar
bu yazıyı sabahın ilk saatlerinde okuduğumda beni o kadar etkiledi ki sizinle paylaşmak istedim can dündar'ın bu anlamlı yazısı dilerim size de yol gösterir....

8 Mayıs 2014 Perşembe

BÜRO DA WAFFLE KEYFİ



ayyyyy vallahi şu yukarıda görmüş olduğunuz şaheserin % 80 i bana ait şekerlerim bunu ben yaptım diye övüne övüne, büyüte büyüte de anlatabilirim hiiiç çekinmem....

 üstelik bunu bir muhasebe bürosunda yaptık belki bilirsiniz muhasebe büroları insanların yoğun ve stresli çalıştıkları ortamlardır iş arkadaşlarım olarak biz bu durumu en az seviyeye indirmenin yollarını arayıp buluyoruz, hem işimize hemde hobilerimize zaman ayırıyoruz çalıştığım yerin bana çekici gelmesinin belkide en büyük nedeni budur.

 neyse sohbetimize tatlılar tatlısı patronumun muhteşem el lezzeti ve benim üstün maharetim sonucu yukarıda görmüş olduğunuz tatlı ile devam edelim, emeklerimiz sonucunda görüntüsü ile içinizi gıdıklayan wafflemız dostlarımız tarafından çok da beğeni gördü.

 Hem kolay, hem göz doldurucu, hemde lezzetli insan başka ne ister ki!

 Bu kadar övdükten sonra tarifini de vereyim şekerler sizde yapın bakalım.

KREP HAMURU
3 yumurta

1.5 su bardağı un

1 su bardağı süt

yarım bardak su

bir tutam tuz

3 çorba kaşığı sıvı yağ
  
malzemelerimizi mikserle kek gibi uzun süre karıştırıyoruz, sonra tost makinesini ısıtıp bir kepçe döküp kepçenin tersi ile yayıyoruz tost makinemızı kapatıyoruz kendini toplayıp da ızgamızdan bırakınca birazda pembeleşince pişmiş sayılır ki tavada krep yapar gibi kızarmıyor böyle olmasını beklemeyin, krep makineniz varsa daha güzel olur sonra pişirdiğimiz krepleri geniş bir tabağa alıyoruz buraya kadar her şey yolunda gittiyse bundan sonrada gider emin olun. 

İÇ MALZEMESİ
 2 adet kivi 

2 adet muz

yarım kilo çilek

1 küçük kavanoz nutella 

1 paket çikolata sosu

meyvelerimiz'den çilekleri ikiye bölün, muzları yuvarlak yuvarlak dilin, kivileri de yuvarlak yuvarlak diliniz içininde dilimleme aşamasını atlattık. 

çikolata sosumuzu paketin üstünde yazılı şekilde hazırlıyoruz, sütle yapmanızı öneririm;

hafif pembeleşmiş krepleri tek tek alıp içine nutellayı sürüyoruz, daha sonra kreplerin yarısına meyveleri diziyoruz keyfinize bağlı istediğiniz meyveleri kullanabilirsiniz biraz çikolata sosunu üstünde gezdiriyoruz meyvelerimizin sonra yarısı açık da kalan krepi üstüne kapatıp çikolata sosumuz, fındık yada ceviz ile süslüyoruz, bundan sonra nemi yapıyoruz ellerinizle hazırladığınız kalori bombasını afiyetle yiyoruz..

  Arkadaşlar vermiş olduğum bu tarif 5 kişiliktir, süper bir enerji deposudur 1 porsiyon waffle 270 kcal' dir buna rağmen her kilo veren diğer gıdalar gibi güzel olması kaçınılmaz sondur. 

Wafflemiz yerken keyif ve kcal alacak çikolatanın size sunduğu rahatlama hissini ve doping etkisi farkedeceksiniz size naçizane önerim öğlen yemeğini hafif yiyip arkasından dost sohbeti, harika bir türk kahvesi eşiliğinde waffle'in lezzetin de kaybolmanız....  

Günün geri kalanını daha iyi geçirmenizi sağlayacak benden demesi...

kendinize dikkat edin görüşmek üzere..... 



30 Nisan 2014 Çarşamba

PRATİK BİLGİLER 1

                  Selam canlarım yoğun bir haftanın tamda ortasından sizlere selam atıyorum bugün, stresli ve sıkıntılı zamanları bizlere unutturacak özel zamanların ilk adımını attık bu hafta tüm güzellikleriyle, bolluğu, bereketi ile geldi nisanın ayının gidişi mayıs ayının gelişi ile İslam alemi için kutsal aylardan olan üç ayların başlangıcı recep ayının ilk günü yaşadık. Ben bu özel ayları atlamak istemedim yarın regaip kandili umarım herkes için hayırlı gelir kutsal aylarımız kalbinden güzellik geçirenlerin tüm müslümanlar'ın dualarını rabbim kabul eder.

Bu güzel ayların gelmesiyle birlikte yemek heyecanı da yavaş yavaş sarmaya başlayacak etrafımızı özel yemeklere verilen önemde giderek artacak evlerde telaşlı hazırlıklar yapılacak tabi hal böyle olunca benimde boş durmaya pek niyetim yoktu sizlere işinize yarayacak güzel bilgileri araştırıp okuyup paylaşmak istiyorum.

Yeni evlenen, yemek yapmaya yeni başlayan, bu işin ustası olup da bilip de unutanlara yardımcı olacak hepimiz için zaman kazandıracak işimizi kolaylaştıracak pratik bilgileri topladım bunların bir bölümünü şimdi paylaşmak istiyorum tabi bu okuduklarınızla sınırlı kalmayacak arkası gelecek. lafı yine pek bi uzattım ama sizinle sohbet etmeye bayılıyorum tamam tamam veee başlıyorum işte benim ev sevdiğim sebzelerden birisi olan patateslere ilk sözü vermek istiyorum nede olsa benim için özeller. 

patatesleri haşlarken içine 1 kaşık sirke koyulursa haşlanma sırasında dağılmasını önlemiş olursunuz.

balıkların daha beyaz pişmesini istiyorsanız kaynama sırasında içine limon sıkınız.

balık kokan tavalarınızı limon kabuğu ile silerseniz kokusu yok olur.

karnabahar haşlanırken suyuna biraz süt katarsanız hem kar beyazı olur hemde haşlama anında çıkan kötü kokusunu yok eder.


kaymağı taze saklamak için süt içindeki bir kapta muhafaza ediniz.

limonlar eğer kurumuşsa ve suyu çıkmayacak durumda ise kaynar suda 5 dk kaynatın.

ateşte eritilen tereyağının içine 1 kaşık zeytinyağı katarsanız yanmasını önlersiniz.

patlıcanları soyduktan sonra üzerine tuz serperseniz acı suyunu hemen salar.

bu gecelik benden bu kadar kendinize dikkat edin görüşmek üzere canlarımmmm...

27 Nisan 2014 Pazar

ALLAH DE ÖTESİNİ BIRAK

              Merhabalar nasılsınız diye soracağım ama buradan cevap almam çok zor biliyorum. Havaların ısınması ile birlikte umarım harika bir Pazar günü geçirmiş ve yeni bir haftaya başlamak için kendinizi mükemmel hissediyorsunuzdur. Benim Pazar günümde bir harikaydı güzel bir uyku çekmiştim, dinlenmiş olarak güne başladım, daha sonrada arkadaşlarıma birlikte sinema izlemenin tadına vardım ki izlediğim filmi sizinle sonra paylaşacağım hiç merak etmeyin.

               Pazar günlerini dört gözle beklememin en önemli sebeplerinden biri de beni en çok mutlu hissettiren sabah uyandığımda kahvemi ve kitabımı elime alıp yarım saat bile olsa beynimi dinlendirdiğim anlardır, bu sürede kendimi okuduğum kitaba odaklayıp ruhumu yaşadığım dış dünyadan soyutlarım benim için bu dakikalar çok özel çünkü haftanın yorgunluğunu attığım, yoğun iş yaşamından uzaklaştığım, günü durdurduğum dakikalardır, bugünde aynı keyif almışken sizinle bana bu anları yaşamamda eşlik eden kitaplarımdan bir tanesini paylaşmak istedim.  

 Kitabımı size anlatmadan önce sizinle biraz dertleşmek istiyorum, çevreme baktığım da kendimde fark ettiğim en iyi özelliklerden birisi kitap okumaktan aldığım zevk okurken sıkılmadan, sayfaların kokusunu içine çekerek okumak özel bir ayrıcalık benim için. İnsanlar online ortamda istenilen bilgiye kolayca ulaştıkları için kitapların pabuçunu dama attılar kimisi için kitap okumak zaman kaybı, kimsi içinde gereksiz kağıt israfı benim gibi eski alışkanlıklardan vazgeçmeyenler için kitap okumak bir tür dinlence bir tür keyif unsuru. Türkiye'de Yapılan araştırmalar sonucu 100  kişiden sadece 4.5 kişi kitap okuyor  bu oran çook çok düşük ve üzücü kitap okumak sakinleşmek demek, kitap okumak bambaşka alemlerde gezmek demek, kitap okumak empati yeteneğimizi geliştirmek demek bence ülkemizde ki insanların buna ihtiyacı var. bilinçli bir toplum olma yolunda umarım ilerde daha iyi sonuçlara ulaşırız.

                      Neyse asıl konumuza dönelim bu aralar zevkle okuduğum kitaplardan birisi Uğur KOŞAR'ın ALLAH DE ÖTESİNİ BIRAK kitabı itiraf etmeliyim ki kitap benim için biraz hafif kaldı öğretimi açısından, tevekkül açısından zaten bilgilerimin olmasının yanı sıra aklımdan uçup gidenleri hatırlatması bakımından çok faydasını gördüm, tevekkül etmenin insana sunduğu huzur ve iç rahatlığı bir kez daha anımsamama neden oldu yaşadığımız hayata öylesine kendimizi kaptırıyoruz ki bazen teknoloji'inin hızlı ilerlemesi, iş yaşamın getirdiği stresli anlar, beklentiler, kayıplar derken giderek Allah'a duyduğumuz güvenin azalması, kendimiz kaptırdığımız dünyada nereden gelip nereye gittiğimizi bu dünya ya asıl geliş sebeplerimi unutmamıza neden oluyor, işte tamda bu durumdayken Uğur KOŞAR’ın ALLAH DE ÖTESİNİ BIRAK kitabı devreye giriyor ve sizi gerçeklerle yüzleştiriyor, bu tarz kitaplar hem öğretimi açısından hemde ruhu tekrar tekrar dinginleştirmek, unutulanı hatırlatmak açısından siz farkında olmadan sık sık okunulası baş ucu kitapların'dan  biri olarak yerini almayı başarıyor, okumanızı şiddetle tavsiye ederim.


       


                kitap benim uzun zamandır araştırdığım Allah'ın(cc) isimleri ve faziletlerini öğrenmemde ön ayak oldu. Yaşadığım mucizelerse bana doğru yolda olduğumu gösterdi itikatımı ve tevekkelimi geliştirmek konusunda yolumu açtı inanın bana bu konuda attığınız adımlarda hiç aklınıza gelmeyecek mucizelerle karşılaşıyorsunuz yaşamınıza kattığı güzellikleri gördüğünüzde şimdiye kadar neden geç kalmışım bu kadar diye hayıflanıyorsunuz  kitap'dan minik bir alıntı yapıp dikkatiniz biraz daha çekmek istiyorum Uğur KOŞAR'ın bana öğretmiş olduğu bir dua ile sizlere paylaşmak istiyorum.





“ ya vecud , ya vedud, ya zel-arşi’l- mecid! Ya mubdiü ya müid! Ya fe’alün lima yürid! Es-elüke bi nuri vechikellezi melee erkane asşik, ve es-elüke bi kudretikelleti kaderte biha ala halkık, ve bi rahmetikelleti vesiat külle şey’in. La ilahe illa ente. Ya müğis,eğisni.”

Manası:

“Ey yüce dost, ey yüce arşın sahibi! Ey yoktan var eden, var ettiğini yok eden Rabb’im! Ey her istediğini yapan Allah’im! Arşın her yanını dolduran zatının nuru hürmetine, bütün mahlukata hükmettiğin kudretinin azametine, her şeyi kuşatan rahmetinin bereketine, senden istiyorum. Senden başka ilah yoktur. Ey çaresizlerin yardımına yetişen Allah’im bana yardım et.”

            Bu duayı uğur bey sizlere 3 kere okumanız tavsiye ediyor ve neden 3 kere okumamız gerektiğini güzel bir menkıbe ile açık ve yalın bir dille anlatmış tabi sadece bununla sınırlı değil çok güzel menkıbeler, hadisler, Allah(cc) isimlerinin anlamlar var kitap'da okuduğunuzda aklınızdan çıkaramayacağınız tümcelerde bulunuyor..
   
                Bu kitap size ne kazandıracak diye düşünürseniz yaşadığınız hayata bakış açınızın değişmesine, ruhunuzla bedeniniz arasındaki iç çekişme kısmen'den olsa son bulmasına, en azından nefsiniz için güzel bir başlangıç olacak. kendinizi var oluş sebep'ini sorguladığınız zamanlarda neden dünyadayım diye kendinize sorduğunuzda kitap size çok güzel cevaplar sunacak.. biraz önce dikkat ederseniz başlangıç dedim çünkü bu kitabı okuduktan sonra kendiniz daha fazla geliştirmek isteyeceksiniz eminim. Son olarak kitap'da beni en çok etkileyen ve aklınızdan çıkarmamanızı tavsiye edeceğim bir cümleyle sohbetimizi bitirmek istiyorum.


“ALLAH DE ÖTESİNİ BIRAK.! KUL RABB’İNİ İMTİHAN ETMEZ!...

14 Nisan 2014 Pazartesi

BAŞLARIM BÖYLE AŞKIN IZDIRAPINA…..


Diyet diyet  diyet…..

Bu lanet şey neden yapılır ki!

     Niye bu ismi vermişler ki başka bir şey bulamamışlar mı. ne kadarda itici insanın şevkini kırmak için özellikle kurgulanmış gibi sanki değil mi. kanmayın arkadaşlarım diyet denilince insanın daha çok yiyesi geliyor hiç canınız istemediği şeyleri bile canınız çeker oluyor. pskolojik olarak kendiniz halsiz ve yorgun hissediyorsunuz tabi bu arada nefsinizde boş durmuyor sizi öylesine zorluyor ki stres ve duygusal çöküntü hallerine giriyorsunuz diyetin insan  üstünde o kadar çok zararları var ki şimdi bu konuyu ayrıntısı ile anlatmayacağım.  

Ama demeden de geçemeyeceğim  Diyeti herkes yapar da kimisi akıllı olduğundan kimisi de deli olduğundan yapar. 53 kilo olup 1,78 boyundaysanız sağlığınızda yerindeyse sırf macera için diyet yapıyorsunuz demektir bu durumda bende size uyuz oluyorum itiraf edeyim! kardeşim zaten yiyorsun kilo almıyorsun bide diyet yapacağım diye ortalara düşüyorsun hayır olan var olmayan var dimi. aç gözlülüğün lüzumu yok....


    hıhhh!! İşte bu cümlenin ardından itiraf etmeliyim ki ben tamda bu durumda var olmayanlar grubuna giriyorum.

              Bebeklik resimlerine baktığımda  sevimli tombişmi tombiş bir bebek ilkokul, ortaokul, lise yıllarında da toplu bir genç kızdım yazık lise dönemlerim gereksiz ve sağlıksız diyetleri yapmakla, veremediğim kilolara üzülmekle geçti. gel zaman git zaman üniversiteydi,  iş'ti derken arada yine derdine düşsem de çabuk geçen kilo vereceğim krizleri sonrasında aman bende böyleyim seven beni böyle sevsin  modların da kendimi teselli ettim çünkü çok yorulmuş ve sıkılmıştım. tabi zaman hızla akıp gidiyor yerinde maalesef durmuyor farkettiğim de bide ne göreyim 30'uma merdiven dayadığım gerçeği duvar gibi önümde beni karşıladı. benim açımdan kabullenilmesi kolay olmayan bir serüveninde başlangıcı oldu kendime zoraki de olsa  itiraf ettim evet 30 yaşıma tam tamına 5 ay kalmıştı. J  


30 yaş insanın kendine doğru soruları sormaya başladığı, çok anı biriktirdiği ve daha da biriktirecek olmanın heyecanını yaşadığı, artık gençlik evresinden çıkıp olgunluğa emeklemeye başladığınız dönemdir. Bende de öyle oldu ve aklımda milyonlarca soru cevaplamamı beklemeye başladı . Bu sorulardan bir tanesini sizinle paylaşayım gerisi de sonra uygun zamanlarda sohbetimizle çözeriz. 

diyet yapmaktan bıkıp usandığım zamanlarda aman beni beğenenler böyle beğensin beğenmeyen küçük oğluna almasın espirileriyle kendini avuttuğum anlarda karanlık gölgelerin ardından gelen bir soru...

Beni beğenen her türlü beğensin de ben kendimi böyle beğeniyormuydum?

peki verdiğim cevap 

 HAYIRRRRRRRRRRR!!!

Madem ben kendimi böyle beğenmiyorum  öyleyse kolları sıvamanın vakti geldi de çattı bile hem ilerde kilo vermek zor olur birde hastalıklarda boy gösterirse iş içinden çıkılmaz bir hal alır, 1,68 boyunda ve 73 kilo olup da hiçbir bahanesi (sağlık, hamilelik) olmayan ben bir şişko olarak kendimi kabul ettim ve bir yerden başlamak lazım dedim.(iyide ettim.)



          İlk iş olarak mesleği biyolog olan  fizyoloji , biyokimya eğitimi almış kendini sağlıklı yaşam konusunda geliştirmiş hatta hayat felsefesi haline getirmiş olan dostumun kapısını çaldım. Ben diyet yapmak istemiyorum çünkü sağlığım bozuluyor ayrıca hiçte sempatik gelmiyor seninde bu konuda eğitimin ve hayallerin var el ele verip bu durumun üstesinden gelebiliriz. hem hayallerine zemin hazırlamakta bana düşerdi zaten ilk iş benden başlayabilirsin dedim. sağolsun o da beni kırmadı ve bana uygun olduğunu düşündüğümüz bir liste hazırlamakla başladık işe tabi benim araştırmalarım bu sürede hiç bitmede tıkandığım noktalarda süpergirl gibi imdadıma yetişti dostum. sağlıklı yaşam koşumun üstünden 1 haftageçti ama şimdiden 1 kilo verdim çevremdekiler bendeki değişikliğin farkına varmaya başladılar ve bende kendimi iyi hissetmeye başladım bile.


               Bu işi sağlıklı bir şekilde çözmek isterken şunu daha iyi farkettim Türkiye de diyet yapmak zor!
       evet hemde baya zor cevre baskısı denilen unsur her geçen gün kendini hissettirmeye başladı bile üstümde. yakınlarım arkadaşlarım tabi ki benim iyiliğimi istiyorlardı ama değişmeyen tabularda yok değildi.  puaca, börek, pasta, yağlı yemekler, hamur işi olmadan yaşanmayacağını hatta hasta olacağımı kendime eziyet ettiğimi söyleyip durdular. Can boğazdan gelir,  yiyen dikilir yemeyen yıkılır gibi atasözleri ile de pekiştirme yapmayı da ihmal etmediler. bu sözlere bakıp da gardımı düşürürsem sağlıklı yaşamak da bunu öğrenmek de benim için hayal olur diye kendime söz verdim. Hırs yaptım azim içinde gelen pastaları börekleri itinayla geri çevirdim ilk iki gün biraz zorlandım alışılmışın dışına çıkmak zorlar insan nefsini her zaman sanırım nefsimi de susturmayı başardım şimdilik fenada gitmiyorum.

Sağlıklı yaşamayı öğreteceğim kendime tabi ben bunları öğrenirken sizleri de unutmayacağım J

    anlatmak istediğim bir dünya konu var.

      paylaşacak konuşacak daha çok bilgilerimiz olacak şu anda hem sağlıklı kilo vermenin çabalarında hemde öğrendiğim bilgileri sizinle paylaşmanın hazırlığındayım yazının devamı gelecek  hiç merak etmeyin sabaha işe gidecek bir muhasebe elemanı olarak huzurunuzdan şimdilik ayrılıyorum kendinize dikkat edin.

 görüşmek üzere.


30 Mart 2014 Pazar

ANNNNNE KIZIN ÇİZKEK YAPTI...


                   Merhaba eyy dostlar görüşmeyeli nasılsınız kocaman pazar günü baya heyecanlı geçti seçimler bitti oylar sayıldı insanların gerildi sevindi derken eski günü eskitip yeni güne de girdik bile yeni iş gününe az kalmış olmasına rağmen benim uykum yine çoook uzaklarda sere serpe kendini gezdiriyor anlaşılan. :) 

                   Hazır uykusuzken sizinle yeni deneyimlediğim bir keki paylaşmak istedim. kızım bi git gecenin bu saatinde demeyin öyle küçümsemeyin anlatacağım kekin adı dünya mutfağında peynirli kek(cheesecake) diye tanınır bizim ahalı çizkek der ona. ha ben yeni tanıştım böylesiyle orası ayrı mevzu :) mutfakla aram çok iyi değildir beni bilenler bilir ayda yılda bir kere mutfağa girerim onu elime yüzüme bulaştırıp çıkarım.  Aslına teorim süperdir de pratiğe dökmeyi pek sevmiyorum sanırım  Daha şehriye çorbasını yaparken bile zorlanıp sıkılırken, mikserle blenderi karıştırırken kalktım çizkek yapmaya niyetlendim. 

                      Canım annemin endişeli bakışları ve biraz çekingen yaparsın kızım olmasa canın sağ olsun diye cesaretlendirmeleri sonucun da nasıl oldu da becerdim bilemedim ama çok güzel bir çizkek yaptım. 
Evet dediğim gibi çook zor ve biraz meşakkatli oldu yani benim açımdan :) ama sonuç bir harikaydı. istedim ki sizde yapıp yiyin.:)

             Çizkek serüvenim çok sevdiğim bir ablamın verdiği tarifle başladı. aslında ben hiç sevmem bu keki ama ablamın yaptığı o kadar lezzetliydi ki ben bile yapmak için kolları sıvadım.

              Peki neden bu kadar zordur çizkek pek tarifi verilmez yemeği çok iyi yapanlar bile cesaret edip de vermezler bu tarifi tadı ilginçtir tatlı ve tuzlunun birleşimidir öyle herkes sevmez o tadı dilinizde tatlı bir geçiş yapılması zorunludur ortada bir yerde değildir ya çok sevilir tadı yada hiç sevilmez ama benim çizkekimi herkes sevdi.

                      Biliyorum çok konuştu diyorsunuz tamam tamam tarifini vericem de içimde kalmasın o kadar anlatmışken bide üstüne yine deli gibi araştırmışken çizkekin tarihinden bahsetmeden geçmeyeyim sizde kırmayın beni okuyuverin bir zahmet :)

             Bir rivayete göre  mö  4000  yıl öncesinde yunan dönemine dayanıyor yunanlı amcalarımız önce bu keki olimpiyatlarda atletlere yedirmişler anladığım kadarıyla keki oraya yakıştıramamış daha romantik olsun diye gelin ve damatlarına sunmuşlar peynir bal ve yulaf'dan yapılan düğün pastalarıymış zaten bu kadar özenilen keki de atletler yemeyiversin canım  gelinle damata daha bir yakışır doğru düşünmüşler :-) sonra yaratıcı amerikalı abilerimiz keki geliştirmiş özel bir peynir kullanmışlar diğer ülkelerde bunlardan kopya çekmiş benzetmeye çalışmışlar içine temel malzeme olarak ekşi krema ve süzme yoğurt kullanmışlar biz türkler ise labne peyniri ve ya lor peynir tercih ediyoruz. Başka seçenek yok sanırım alışverişi yapanlar bilir peynir fiyatları almış başını gidiyor ülkenin hali malum ayyy yine ben lafa çok dolandım fazlada sabırsızlandırmadan tarifi sizinle paylaşayım şekerler.


MALZEMELER
2 adet klasık kepekli bisküvi
2 kaşık tereyağı
400 gr labne peyniri
1 paket süt kreması
Yarım limon suyu
1.5 bardak şeker
3 tane yumurta
1 paket vanilya
Üzeri için hazır meyveli sos

YAPILIŞI
İlk önce bisküvileri rondodan geçiriyoruz sonra bir kenarda tereyağını yakmadan eritiyoruz bisküvilerle karıştırıyoruz.
Kelepçeli kek kalbına döküp elimizle bastırıyoruz.(ilk aşamayı bitirdik.) kek kalıbınız bir kenara alıp bekletiyoruz.

Derin bir kaba yumurtaları ve şekerleri koyup köpürene kadar çırpıyoruz içine labne peyniri, limon suyunu, süt kremasını, vanilyayı ekleyip fazla karıştırmadan harmanlıyoruz kek kalıbına tabanı hazırladığımız bisküvilerin üstüne döküyoruz 180C de en az 50 dk pişiriyoruz. pişen kekimiz kelepçeli kalıpdan cıkarmadan en az 4 saat buzdolabında dinlendiriyoruz. soğudukdan sonra üzerine arzu ettiğiniz meyveli sosları hazırlayıp dökebilir istediğiniz şekilde süsleyebilirsiniz.


PÜF NOKTASI: fırına kekimiz verirken yarım su dolu tepsiyi fırının tabanına üstüne ızgara ve üstünede kek kalıbımız koyuyoruz çünkü buharda pişirmek kekimiz çatlamasın diye. 

                                                           ve tataaaaammmmm sonuç



okuyanların ağzına sağlık bana uyup bu tarifi deniyenlerinde ellerine sağlık 

                                                                                                            afiyet olsun

                                                                                      mutlu kalın hoşçakalın dostca kalın iyi geçeler....

BAZILARI KÜÇÜK DAĞLARI BEN YARATTIM DER…

     
           Allah'ın hepimize doğuştan verdiği özel yetenekler vardır. kimimiz çok güzel şarkı söyleriz, kimimiz çok güzel resim yaparız, kimiz çok güzel dans ederiz ama çevremizde bizi şaşırtan öyle insanlar vardır ki övülesi yetenekleri olmadığı halde kendini mükemmel görürler her konuda yetenekli  becerikli olduklarını düşünür küçük dağları kendilerinin yarattıklarını sınırlar.  


           
         
           psikolojide böyle karaktere narsistik karakter denir. kişinin kendisine tapması aşık olması anlamına gelir. ciddi bir psikolojik hastalıktır. kişilik bozukluğu da denilir. neyse bu kadar kitap bilgisi verdikten sonra kendi gözlemlerimden ve araştırmalarımı sizlere anlatayım. 
              

            İlgilenenler bilir Pazarlama da ve halkla ilişkilerde bir deyim vardır. “insanın kendisini satması” işte bu mucizelerin yaptıkları da tamda budur. Attıkları her adım önemli, yaptıkları her şey mükemmel yaşadıkları her an özeldir :)



                  Hepimizin çevresinde az veya çok böyle minik kral ve kraliçeler doluyken ne kadarını normal görmemiz gerekiyor ya da nasıl davranmak gerekiyor diye düşünmeye başladığım vikipedin yardımını da almadım değil.. kitaplar, makaleler okuyup dost sohbetlerinden sonra genel ortak fikirleri birleştirip sizlere anlatmak istedim.


            Çevremizdeki  şehzade ve peri kızlarını analiz ettiğimizde genelde bu insanların çevrelerini yoran, sıkan, karşısındaki insanın hayatını çekilmez hale getiren karakterler olduğunu sezinledim.

       Ne yazık ki böyle insanların son zamanlarda arttığını farkettim geçmişinde sevmeyi bilmeyen ve aşağılık duysunu tadmiş insanlarda bu rahatsızlık ortaya çıkıyor. böyle karakterler kendi doğrularının dışında diğer insanların doğrularına tahammülleri yoktur, saygı gösteremezler, küçük düşürmek için, ayıplamak için fırsat kollarlar ya da saygı göstermeyi deneseler bile bir noktada patlarlar J

              Her insanın kendi içinde kurduğu özel bir dünyası vardır. doğruları, yanlışları, duvarlar, sınırları vardır. fakat eğosu yüksek insanların dünyaları gerçekten bambaşka kendileri merkezdir en zoru da budur onlar için kendilerini o kadar sıkar ve yorarlar ki sonunda depresyon panik atak gibi derin rahatsızlıklarla karşılaştıklarını görürüz. eğosu yüksek olan insanların doktora depresyonda oldukları için gittikleri de bir gerçektir.  

                 Yapılan tetkikler de bu hastalıkların genelde narsistik kişiliklerde olduğunu gözlemlenir. hayatlarında yer verdikleri insanlar onların ihtiyacını en iyi şekilde tatmin edenlerdir. Bu kişiliklerin kendilerini koruma şekilleri de farklıdır öfke nöbetleri ile korkutup sindiren eleştirilmeye dayanamayan kendi camdan duvarlarını yıkacak olan tehlikeleri kendi öfke nöbetleriyle savurup uzaklaştıran yeteneklerdir. herhangi eleştiriyle karşılaştıklarında  “boyum kısa, ama aklım uzun” “kıroyum, ama para bende” gibi komik savunmalara geçerler. kendi fikirlerinin dışında başka fikirlere tahammulleri yoktur. eminim hepimizin aklına birileri gelmiştir. :) 

                              Çevremizdeki bu insanlara nasıl davranmalıyız bu insanlarla yaşamımız nasıl devam ettirmeliyiz öncelikle iyi bir sinir sistemine sahip olmak gereklidir. :) kendimiz yıpratmadan hırpalatma'dan ya da onları üzüp hırpalamadan gerçekleri nasıl kabul ettirmeliyiz. hani derler ya tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır tatlı tatlı kırmadan tedaviye ihtiyaçları olduklarına inandırmak lazım.


            Böyle insanların size güven duymasını sağlamalı şaşırtmadan onlara güven vermek gerekir ama kendi kişiliğinizden ödün vermemek de lazım o ince çizgiyi çok iyi belirleyip sınırları geçmemelerini sağlamayı başarmalıyız.

         
         Narsist kişiliklerle dertleriniz paylaşmayın anlamalarını beklemeyin hatta can sıkıcı konuları konuşmamaya özen göstermeliyiz. çünkü kendi canları yanmadıkca karşısındakini anlamaları zordur kafa yormazlar. şimdilik benden bu kadar sevmek ayrı bir duygudur böyle arkadaşlarımız bırakmak yerine onlarla mesafeyi koruyup hayatınıza girmelerini engellemeliyiz ve kendi keyfimize bakmalıyız onlar önemliyse bizde önemliyiz unutmamak gerekir :)

   
            Bir küçük tavsiyede benden tabi eğer hiç narsist özellikleriniz yoksa biraz imrenip de sizde küçük özelliklerini kendinize örnek alabilirsiniz çoğu zarar ama azıda karar derler büyükler. :)
    
                          EGOZSUZ ÖZGÜR KEYİFLİ ZAMANLAR DİLEĞİYLE 
                                                                                                                       görüşürüz. :)