31 Aralık 2014 Çarşamba

GÜLÜMSE 2015' e

evettttttttt

Nihayet geldik 2014' un son saatlerine benim şu anki isteğim 2014 hayatımdan hızla biran önce çıkıp olabildiğince acele ile git....

Bir türlü sevemedim seni benim için çok tehditkar bir yıl oldun canımın çok yaktın, korkularımı gerçekleşmesine ramak kalmıştı. Benimle kedinin fareyle oynadığı bir yıldı ama nihayet bitmesine saatler kaldı asla hatırlamak istemediğim bir yıl oldun ve şimdi puf diye buhar ol yok ol istiyorum....

2014 yaşattığı acıları sil götür yormadan kırmadan incitmeden edebinle git....


veeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee

2015 hoşgel sefalar getir.

senden çok isteklerim var mesela 2014'ü bana hızla unuttur içimden geçen tüm dileklerimi bana yaşadığım kötü yılı telafi etmek için ödül olarak ver....

Birde minik masum bir isteğim daha var bol bol çiçek alacağım mutluluktan havalara uçacağım harika, güzel, keyifli ve muhteşem bir yıl olsun....

 dilerim sizlerinde içinden geçen tüm dilekleriniz gerçekleşir mutlu yıllar......


30 Aralık 2014 Salı

BAKELE




BAKELE
Benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi Bakele derdim ben de ona. Dedeme ise dede.
Dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı Bakele’ye.
“Sen yorulma, ineği ben sağarım.” Gider sağardı.
“Su vereyim mi Bakele?” Verirdi.
Bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “Dur Bakele…” derdi elindeki odunları alıp. “Sobayı ben yakarım.” Yakardı.
Şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “Bakele…” derdi, “Al. Oku sen. İşlere ben bakarım.” Bakele dedeme kocaman güler, “Sağ ol İbrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. Okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. Sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “Bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “Şşt.” derdi dedem. “Okuyor oğlum, ne olacak? Hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” Alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı.
“Sen niye okumuyosun dede?”
“İşte ben de gazete bakıyorum ya.”
Yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. Kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. Sağılan ineğin arkasında durulmazdı. Uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek, kelebek öldürülmezdi.
Öğrenirdim.
Bakele macirdi.
“Macir ne demek dede?”
“Göçmen demek oğlum.”
“Göçmen ne demek?”
Başka memleketten gelmiş insan demekti. 
Okul gibiydi benim için köy. Duvarsız, çatısız. Kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
Yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, Bakele’nin elinden bıraktığı klitapları kendim okumayı öğreniyordum.
Macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… Orta iki’de.
Ve Bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek Bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. Ama dedemi daha çok sevdiğim için değil; dedem Bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği için.
Babam annemden su isterdi: “Semiha, su getir.” Dedem, Bakele istemeden getirirdi suyunu. Soğutur da getirirdi hem.
“Semiha çay koy.” derdi babam. Dedem çayı demler, getirip Bakele’ye ikram eder, “Beğendin mi?” diye de sorardı.
Babam anneme kızardı sık sık. Temizlik yaparken “Ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “Bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “Bağırttıracaksın beni şimdi çocuğun yanında.” Annem korkardı babamdan.
Dedem, Bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “Mis gibi yaptım Bakele. Otur, rahat rahat oku.” Bakele dedemden hiç korkmazdı.
Bakar öğrenirdim ben. Güzel şeyler öğrenirdim.
Lise sondaydım. Bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış, annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “Köye gidiyoruz. Hazırlan.” dediler. Bakele ölmüş.
Yol boyu Bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geliyordu gözümün önüne. Kime su getirecekti? Kim yorulmasın diye ineği sağacak, rahat okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti?
Ne edecekti?
Biz vardığımızda gömmüşlerdi Bakele’yi. Günahmış. Ölü bekletilmezmiş. Dedem önümüze düştü, annem ağlar, babam ağlar, köyün küçük kabristanına gittik. Başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış, Bakele içinde yatıyor. Ama ben gene ona veremedim aklımı. Gözüm de dedemdeydi gönlüm de. Ne zaman başucu tahtasında “Vesile Kara, Ruhuna Fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman Bakele’ye gitti aklım.
Vesile?
“Acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “Bakele babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin diye?..” Ama yok. Bakele yedi göbekten müslümandı.
Üç gün kaldık köyde. Gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama da. Ağlayıp duruyorlardı. Dedem donmuş gibiydi bir tek. Gözü hep Bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade.
Annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedeğimin eteğine. 
“Dede?..” dedim, “Bakele ne demek?
Anlattı.
Canım” demekmiş.
Ve “Aşkım” ve “Bir Tanem” ve “Her Şeyim” ve “Ömrümün Vârı” ve “Gözümün Nûru” ve “Kalbim” ve “Işığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
İlk “Canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “Hanım” dese “malım” demiş gibi olur diye korkmuş, “Vesile” dese çok resmi, soğuk. Ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “Baksana” dese olmaz, “Bak hele...” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.
Bakele dönüp bakmış. 
Dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
Beklemiş beklemiş Bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “Anladım İbrahim….” demiş. “Anladım… Sen bana Bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”
Aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış.
Öyle dedi dedem.
Sezgin Kaymaz (Egoist Okurdan alınmıştır.)

22 Aralık 2014 Pazartesi

DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR

selamlar saygılar efendim yine uzun zamandır ayrı kalmışım blogumdan ve sizlerden, aslında ara ara neler paylaşsam diye düşünmedim değil çokta biriktirdiklerim var paylaşmak istediğim ama şimdi kendimi o kadarda hazır hissetmiyorum umarım bir gün sizlere büyük bir keyifle anlatacağım o  zamanı gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum... 

bu gece sizlerin karşısına keyif alarak okuduğum yeni bir kitapla çıkmak istedim...


 bundan sonra kendime hedef belirledim en kötü ihtimalle ayda bir kitap okuyacağıma söz verdim kendime, okumanın beni dinlendirdiğini ve deşarj ettiğini düşünürsek ay da bir olması biraz az gibi ama yoğun iş hayatı ve iş dışındaki sorumluluklar bir ay da bir kitap okumama neden oluyor sizinle aklımda kalan okuduğum kitapları da paylaşmayı ihmal etmeyeceğim ama sıcak kan olarak her akşam evde bir hevesle gelip sayfalarını heyecanla açtığım kitabı tanıtayım ben, okuduklarımı 
 paylaşmaktan büyük keyif alacağım minik altılarla süslediğim yazım umarım ilginizi çeker ve sizlerde okumak için neden bulursunuz kendinize...

bu ayın şanslı kitabı "DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR" kitabın içeriğiyle giriş yapmak istiyorum ilginç bir başlangıç bence.....

" çünkü bir erkek bir kadının nefesi kadar"


" de ki: tüm yarattıklarının, bastırılmış dürtülerin, nefesleri kışkırtan cazibenin(neffasati fi'l-u'gad düğümlere üfleyen kadınların) şerrinden ve kıskançlık ateşiyle yanıp duran hasetçinin şerrinden, yarılarak ortaya çıkanın rabbine sığınırım"

 felak süresi, 1-5

Erkeklere kadınları nasıl sevmeleri gerektiğini anlatan ve dahası bir kadının kırılan kalbinin acısını hafifletmek için neler yapabileceğini sunan kitap acıların hiç dinmediği yer olan Ortadoğuda geçiyor. bir kadının kalbini fena halde kırmış bir adam... ve o adamı öldürmek için çölü geçmeyi göze almış dört kadın....


            kel kadın " nereye gidiyoruz?" diye soruyor. yaşlı " güneye" diyor. kel kadın kızgın, ısrar ediyor:

"ne kadar güneye?"

yaşlı kadın cevap veriyor:

"epey!"

oysa ben biraz önce istanbul'a gidiyordum. şimdi ise hayatımın en muhteşem ve en korkunç yolculuğuna çıkıyorum. hikayenin nasıl başladığını hatırlıyorum ve bugün bile inanamıyorum...

          çok sevdim bu kitabı ece temelkuran'ın kaleminden harika bir kitap okudukça içine çekiyor okuyucuyu okumanız tavsiye ediyorum....

















" bu gece bütün kandilleri yaktırdım yabancı. alev alev görünsün gözüne uzaktan sarayın pencereleri. acı bilgi: benim gibi bir kraliçenin varlığını hayal edecek denli engin olmaz senin rüyanın denizi. yazık ki ben sana hazırlıklıyım. ah besbelli! senin cehaletin benim gafletim olacak.


şarap kanımın yerini alıyor yabancı. kızıl, ağır hülya bastırıyor göğsüme. hikayemi sana anlatmak için parmaklarımla parçalıyorum, avucumla eğiriyorum, gümüş kelimeler ile örüyorum."

  devamı kitabın derinliklerinde gizli iyi dinlenceler sevgilerle görüşmek üzere....