13 Temmuz 2016 Çarşamba

TAM BİR OLMUŞ...

  Merhaba canlar size yazmayalı tam bir yıl olacak neredeyse ben bu bir yıllık zamanda çook fazla anı,dost ve hayat deneyimi biriktirdim. paylaşacak çok şey var aslında ama adım adım anlatayım ben yazdıkça yaşadıklarım iyisiyle kötüsüyle gözlerimin önünde yine canlanacak eminim.
                hareketli zamanlarım aslında rutine binmiş hayatımın değişmesi ile oldu pek de iyi bir başlangıç yapmadım babamın rahatsızlığını ve onu kaybetmemi sizlerle daha önce paylaşmıştım zor anlar zor duyguların içinde buldum kendimi biraz fevri belki birazda boşvermişlikle 7 yıl çalıştığım iş yerinden ani bir kararla ayrılmamla devam etti yaşam döngüm bu kararın tüm hayatımı etkileyeceğini biliyordum ama nasıl etkileyeceğini kestiremiyordum kafamın içinde bir dünya soru işaretiyle 7 yıl emek verdiğim her sabah farklı duygularla yolunu tuttuğum iş yerinden eşyalarımı toplayıp çıktım.

                o kadar çok eşya biriktirmişim ki ben bile farkında değildim kocaman bir koli iş deneyimi biriktirmişim aslında düşününce normal bu durum hayatının büyük bir bölümünü iş yerinde geçirenler için olası bir durum her adım attığım yerde unutulmayan dostlar, arkadaşlarla yoluma devam ediyordum.
                     neyse efendim devam edelim iş bulamama korkusuyla aklım allak bullakken bir hafta sonra çok iyi bir yerden teklif aldım ve insan kaynakları müdürü olarak işe başladım keyfim yerine geldi sayılırdı yeni bir iş deneyimi beni bekliyordu artık kendimi daha fazla geliştirmem lazımdı zor zamanlarımı 11 saatlik yoğun iş temposuyla boğuşurken ve iş anlamında kendimi geliştirmeye odaklanırken hafiflettim allah darda kalan kulundan yine yardımını esirgemedi babamı kaybetmenin acısını bu işi hayatıma sokarak yaşama tutunmam sebep olacak şekilde ayarlamıştı sanki imkansız dayanılması zor zamanlar geçirdim gecelerce uyuyamadım günlerce aklım başımda gezemedim ama çalışmak bana iyi gelmişti yorgunlukdan nasıl uyuduğumu hatırlamyordum bile kafamda beni yiyip bitiren sesler susmuştu artık kalbimde harap düşmüştü insan bazen kendini bırakması lazımmış bunu bir kez daha anladım bende öyle yaptım ve herşeyi akışına bıraktım bu sürede bir dünya birbirinden farklı insan tanıdım iyisi de vardı kötüsü de birde çok iyi bir dost kazandım işi doğayenlerden öğrenme fırsatını elde ettim ama gel zaman git zaman yoğun çalışma temposunun alında beni değilde annemi daha çok yorduğunu farkettim yaşlı annemi üzüp başarı kazanmaktansa belirsizlikle dolu günlere bir adım daha attım ve yine bir bitişle işten ayrıldım.

              allahtan vasıflı elemanım da çabuk iş buluyorum:)  bu defa bi şirkette muhasebe sorumlusu olarak işe başladım artık bir plaza kızıydım topuklu ayakkabılar, klasik kıyafetler, dosyalar, planlar, projeler, dedikodular, toplantılar, eğitimler, yoğun iş stresi beni bekliyordu annemin mutlu olmasımı sebep bilmiyorum ama şimdilik her şey yolunda gidiyor maşallah diyin lütfen...

         ben bunları yaşarken aslında nasılda büyüdüğümü farkettim artık başarıyordum adımlarımı daha sağlam atıyorum acı yaşamadan insan anlamıyormuş kendi güçünü potansiyelini ölümden başka her şeyin çaresi varmış yeter ki isteyelim yeter ki emek verelim aklımızı kullanalım ancak aptallar çözümler varken karşıdan izlermiş ve yeni güne başlayabiliyorsak sükredecek milyonlarca sebepimiz varmış canlarım şimdilik benden bu kadar daha sık yazmak için gelimden geleni yapacağım kendinize iyi bakın umudunuzu hiçbir zaman yitirmeyin sizleri seviyorum görüşmek üzere....

4 Ağustos 2015 Salı

HOŞGELDİN AĞUSTOS SEFALAR GETİRDİN

                     MERHABAALAR AAA DOSTLARRRR

                            Özlediniz mi beni?


Ben sizi epey bi özledim hoşgeldin ağustos sefalar getirdin dedim bide bu sevimli karikatürü paylaştım diye sanmayın ki size ağustos böceğiyle karıncanın hikayesini anlatmayacağım ben biraz bencil olup daha çok kendimi anlatacağım... 

Uzun zamandır bloğumu açıp zavallımın yüzüne bakıp bakıp kapatıyordum içimden iki kelam edesim selam veresim gelmiyordu ne yazık ki ama silkelenme zamanı geldi hayat devam etmek zorunda ve bir yerden yeniden başlamak gerekli diye düşündüm veee yeni ayın gelişiyle bloguma gösteremediğim ilgiyi artık vermeliyim dedim.

İnsanoğlunun emek verdiği şey ki bu herşey olabilir pek bir kıymetli illa nefes almasına gerek yok ya da elle tutulur olmasına benimde bloğum benim için öyle uzun zamandır yalnız bıraktığımı, fazla pasif bir blog olduğunu hissettim oysa ilk açtığımda her taze blogger gibi bende pek bir hevesliydim aslında hala öyleyim sadece tatsız zamanlar aramıza girdi işten eve geldiğimde bilgisayar başına oturmama hem ruh halim hemde yorgunluğum engel oldu diyebiliriz neyse ki şimdilik bir sıkıntı yok enerjimi toplamaya çalışıp kaldığımız yerden tatlı tatlı devam edelim istiyorum.

aramıza giren zaman zarfında boş durduğumu sanıyorsanız yanılıyorsunuz aklıma yazdım tüm öğrendiklerimi, gördüklerimi, okuduklarımı, tanık olduklarımı sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyorum desem yalan da olmaz hani.

geçenler de bir internet sitesinde bloggerlere verilen tavsiyelerde konuları çok dağıtmamanın, süreklilik göstermenin ve araştırmacı olmanın başarı getireceği söyleniyor emin oldun verilen tavsiyeleri hiç göz ardı etmedim ama ben biraz içimden geldiğini kafama estiğini yapan söyleyen bir bloggerım geçmiş yazılarıma da dikkat ederseniz nereden hani konudan nasıl bir paylaşım çıkacağı pek de belli olmayabiliyor :) 

benim içimden sadece ne yazmak geliyorsa onu yazdım ve bu konuda da böyle devam etmeye kararlıyım :) zaten ilk başladığım da da kendimi kasmadan görev haline dönüştürmeden keyif alarak yapmak istiyordum paylaşımlarımı zaman geçmesine rağmen kararlarımda şimdilik bir değişiklik yok!

Tabi içerikleri biraz daha düzene koymanın faydalı olacağını düşünüyorum okuduğum yazılardan ve tavsiyelerden aklıma yatanları da dikkate alarak çalışmalarım devam ediyorum bloğumu takip etmeye ve yazıların tadını çıkarmaya devam edin ben ağustos ayı içerisindeki paylaşımlarımı hazırlamaya gidiyorum şimdilik kendinize iyi bakın görüşmek üzere. 


30 Temmuz 2015 Perşembe

SEN YOKSUN İNAN Bİ TEK SEN LAZIMKEN






                  Zaman akıp geçiyor bir önceki yazımda kanserle olan imtihanımızdan bahsetmiştim maalesef biz bu sınavı geçemedik gözümün nurunu, canımın içini, ruhumun yarısını, var olmama sebep olan adamı babamı kaybettim kıyametim koptu vücudunıun %70i su olan bir canlının yüreği nasıl böyle ateşler içinde yanar öğrendim.

 ilk günler zor ama kalabalık geçti akrabalarımız, dostlarımız, onu tanıyan ve seven herkes yanımızdaydı. hayatımın en ağır deneyimiyle karşı karşıyaydım öğrendim ki sonsuzluk denilen şey buydu; asıl çaresizlik kabullenme duygusu buydu artık yoktu ömrüm boyunca bir daha kokusunu koklayamayacaktım, sesini duyamayacaktım öğrendim ki artık yarımdım nasıl dayanacağım diye düşünmedim bana veda ederken gözlerime bakarken nasıl  dayandıysam aldığım her nefeste de öyle dayanacaktım...
 sonrasımı! zaman başladı akmaya onsuz geçen geçen ilk saatler, ilk gün, ilk akşam,ilk uykum, hatta gülümsedim bile sonra günler ilk babalar günüydü burnumun direği sızladı yazmak istedim olmadı içim sıkıştı gözyaşlarıma hakim olamadım ama ağlamamam güçlü olmam gerekiyordu erteledim ardından ilk onsuz ramazan ayına girdik hayatımın en zor ramazan ayını yaşadım.

                   zaman aktıkça gözlerim onu arıyor sesini duymak için kulak kesiliyorum yüzünü görememenin acısı her gün içimi kaplıyor özlem denen duyguyu bastırmaya çalışarak zaman geçirmeye başladım işe geldim insanlarla sohbet ettim, kitaplar okudum, müzikler dinledim saatlerce arabamla gezdim aklımı ne kadar yorarsam acımı bir o kadar bastırırım dedim ve bir baktım ki canımın yarısı olmadan bir ramazan bayramı geldi ne yazık ki sadece burukluk değildi içimdeki artık bayramların hiçbir şey ifade etmediğini farkettim sanırım gerçekten büyüdüm artık hayat en pis oynunu oynamıştı. 

 İnanamadım hala nefes alıyordum kalbimin yarısı olmadan zaman hızla akıyordu ve ayakta dimdik dünya ya adapte olmuştum hala şaşkınım bu halime yaradan içime kor ateşleri düşürürken dayanma güçünüde vermeyi unutmamış farkettim, günlerce çektiğim uykusuzluğumun ardından hiç uyanmamak için uyuduğum uykular geldi; rüyalarıma her geldiğinde sabah olmasa da uyanmasam istedim hala yaşıyorum 55 gün oldu bugün ve ömrüm oldukça yangını içimde bir yerde benden vazgeçtiği anki kadar alevlerle yanacak.

uzun zaman yazmak için uğraştım içimden geçenleri dile getirmek çok zordu zaten burada da sadece bir kısmını anlatacak gücü buldum kendimde ne yazık ki hayat devam ediyor ve acı insanın içinde ilk günkü gibi kalıyor ve ben biliyorum ki bir yerlerden beni izliyor o da özlüyor mekanın cennet ruhun şad olsun babacım seni çok seviyorum....

27 Mayıs 2015 Çarşamba

KANSERLE OLAN İMTİHANIMIZ.....







Merhabalar 


ne kadarda uzun zaman olmuş yazmayalı bloğuma hatta bakmayalı özlemişim dert ortağımı yani sizleri son yazımı okudum da 2014 den hiç mutlu olmadığımı yazmışım hayatımdan biran önce çıksın gitsin istemişim oda sanırım çok kırgın gitti benden intikamını almaya yemin etmiş gibi çekti gitti gitti de 2015 daha büyük felaketlerle geldi hayatıma ama inanıyorum ki bugünlerde geçecek zaman bir çok acının üstünü kapatıp hafifletecek...

                                                  
                          Şubat ayında babamın yaşadığı rahatsızlık hayatımızın dengesini tamamen bozmuş durumda maalesef kanser rahatsızlığı bizimde evimizin içine büyük bir bomba gibi düştü konulan teşhisle hayatımız tamamen değişti kanserle olan imtihanımız başladı ve sanırım bu imtihandan kalıyoruz.


                     Çaresizlik, acı, ruhsal bunalım da elinden tutup geldi bu hastalıkla hani derler ya yer demir, gök bakır iste öyle bu aralar hayatımız buraya yazıyorum çünkü okuyanlardan dua bekliyorum şu anda dualarınıza o kadar çok ihtiyacım var ki.


kanser hastalığı ve yaşanılan süreci sizlerle paylaşacağım kendimi topladığımda sohbet edecek zamanımız olacak umarım şimdilik kendinize iyi bakın dualarınız da babamı da unutmayın....

sevgilerle....

31 Aralık 2014 Çarşamba

GÜLÜMSE 2015' e

evettttttttt

Nihayet geldik 2014' un son saatlerine benim şu anki isteğim 2014 hayatımdan hızla biran önce çıkıp olabildiğince acele ile git....

Bir türlü sevemedim seni benim için çok tehditkar bir yıl oldun canımın çok yaktın, korkularımı gerçekleşmesine ramak kalmıştı. Benimle kedinin fareyle oynadığı bir yıldı ama nihayet bitmesine saatler kaldı asla hatırlamak istemediğim bir yıl oldun ve şimdi puf diye buhar ol yok ol istiyorum....

2014 yaşattığı acıları sil götür yormadan kırmadan incitmeden edebinle git....


veeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee

2015 hoşgel sefalar getir.

senden çok isteklerim var mesela 2014'ü bana hızla unuttur içimden geçen tüm dileklerimi bana yaşadığım kötü yılı telafi etmek için ödül olarak ver....

Birde minik masum bir isteğim daha var bol bol çiçek alacağım mutluluktan havalara uçacağım harika, güzel, keyifli ve muhteşem bir yıl olsun....

 dilerim sizlerinde içinden geçen tüm dilekleriniz gerçekleşir mutlu yıllar......


30 Aralık 2014 Salı

BAKELE




BAKELE
Benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi Bakele derdim ben de ona. Dedeme ise dede.
Dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı Bakele’ye.
“Sen yorulma, ineği ben sağarım.” Gider sağardı.
“Su vereyim mi Bakele?” Verirdi.
Bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “Dur Bakele…” derdi elindeki odunları alıp. “Sobayı ben yakarım.” Yakardı.
Şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “Bakele…” derdi, “Al. Oku sen. İşlere ben bakarım.” Bakele dedeme kocaman güler, “Sağ ol İbrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. Okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. Sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “Bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “Şşt.” derdi dedem. “Okuyor oğlum, ne olacak? Hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” Alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı.
“Sen niye okumuyosun dede?”
“İşte ben de gazete bakıyorum ya.”
Yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. Kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. Sağılan ineğin arkasında durulmazdı. Uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek, kelebek öldürülmezdi.
Öğrenirdim.
Bakele macirdi.
“Macir ne demek dede?”
“Göçmen demek oğlum.”
“Göçmen ne demek?”
Başka memleketten gelmiş insan demekti. 
Okul gibiydi benim için köy. Duvarsız, çatısız. Kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
Yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, Bakele’nin elinden bıraktığı klitapları kendim okumayı öğreniyordum.
Macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… Orta iki’de.
Ve Bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek Bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. Ama dedemi daha çok sevdiğim için değil; dedem Bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği için.
Babam annemden su isterdi: “Semiha, su getir.” Dedem, Bakele istemeden getirirdi suyunu. Soğutur da getirirdi hem.
“Semiha çay koy.” derdi babam. Dedem çayı demler, getirip Bakele’ye ikram eder, “Beğendin mi?” diye de sorardı.
Babam anneme kızardı sık sık. Temizlik yaparken “Ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “Bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “Bağırttıracaksın beni şimdi çocuğun yanında.” Annem korkardı babamdan.
Dedem, Bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “Mis gibi yaptım Bakele. Otur, rahat rahat oku.” Bakele dedemden hiç korkmazdı.
Bakar öğrenirdim ben. Güzel şeyler öğrenirdim.
Lise sondaydım. Bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış, annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “Köye gidiyoruz. Hazırlan.” dediler. Bakele ölmüş.
Yol boyu Bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geliyordu gözümün önüne. Kime su getirecekti? Kim yorulmasın diye ineği sağacak, rahat okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti?
Ne edecekti?
Biz vardığımızda gömmüşlerdi Bakele’yi. Günahmış. Ölü bekletilmezmiş. Dedem önümüze düştü, annem ağlar, babam ağlar, köyün küçük kabristanına gittik. Başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış, Bakele içinde yatıyor. Ama ben gene ona veremedim aklımı. Gözüm de dedemdeydi gönlüm de. Ne zaman başucu tahtasında “Vesile Kara, Ruhuna Fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman Bakele’ye gitti aklım.
Vesile?
“Acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “Bakele babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin diye?..” Ama yok. Bakele yedi göbekten müslümandı.
Üç gün kaldık köyde. Gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama da. Ağlayıp duruyorlardı. Dedem donmuş gibiydi bir tek. Gözü hep Bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade.
Annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedeğimin eteğine. 
“Dede?..” dedim, “Bakele ne demek?
Anlattı.
Canım” demekmiş.
Ve “Aşkım” ve “Bir Tanem” ve “Her Şeyim” ve “Ömrümün Vârı” ve “Gözümün Nûru” ve “Kalbim” ve “Işığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
İlk “Canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “Hanım” dese “malım” demiş gibi olur diye korkmuş, “Vesile” dese çok resmi, soğuk. Ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “Baksana” dese olmaz, “Bak hele...” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.
Bakele dönüp bakmış. 
Dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
Beklemiş beklemiş Bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “Anladım İbrahim….” demiş. “Anladım… Sen bana Bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”
Aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış.
Öyle dedi dedem.
Sezgin Kaymaz (Egoist Okurdan alınmıştır.)

22 Aralık 2014 Pazartesi

DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR

selamlar saygılar efendim yine uzun zamandır ayrı kalmışım blogumdan ve sizlerden, aslında ara ara neler paylaşsam diye düşünmedim değil çokta biriktirdiklerim var paylaşmak istediğim ama şimdi kendimi o kadarda hazır hissetmiyorum umarım bir gün sizlere büyük bir keyifle anlatacağım o  zamanı gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum... 

bu gece sizlerin karşısına keyif alarak okuduğum yeni bir kitapla çıkmak istedim...


 bundan sonra kendime hedef belirledim en kötü ihtimalle ayda bir kitap okuyacağıma söz verdim kendime, okumanın beni dinlendirdiğini ve deşarj ettiğini düşünürsek ay da bir olması biraz az gibi ama yoğun iş hayatı ve iş dışındaki sorumluluklar bir ay da bir kitap okumama neden oluyor sizinle aklımda kalan okuduğum kitapları da paylaşmayı ihmal etmeyeceğim ama sıcak kan olarak her akşam evde bir hevesle gelip sayfalarını heyecanla açtığım kitabı tanıtayım ben, okuduklarımı 
 paylaşmaktan büyük keyif alacağım minik altılarla süslediğim yazım umarım ilginizi çeker ve sizlerde okumak için neden bulursunuz kendinize...

bu ayın şanslı kitabı "DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR" kitabın içeriğiyle giriş yapmak istiyorum ilginç bir başlangıç bence.....

" çünkü bir erkek bir kadının nefesi kadar"


" de ki: tüm yarattıklarının, bastırılmış dürtülerin, nefesleri kışkırtan cazibenin(neffasati fi'l-u'gad düğümlere üfleyen kadınların) şerrinden ve kıskançlık ateşiyle yanıp duran hasetçinin şerrinden, yarılarak ortaya çıkanın rabbine sığınırım"

 felak süresi, 1-5

Erkeklere kadınları nasıl sevmeleri gerektiğini anlatan ve dahası bir kadının kırılan kalbinin acısını hafifletmek için neler yapabileceğini sunan kitap acıların hiç dinmediği yer olan Ortadoğuda geçiyor. bir kadının kalbini fena halde kırmış bir adam... ve o adamı öldürmek için çölü geçmeyi göze almış dört kadın....


            kel kadın " nereye gidiyoruz?" diye soruyor. yaşlı " güneye" diyor. kel kadın kızgın, ısrar ediyor:

"ne kadar güneye?"

yaşlı kadın cevap veriyor:

"epey!"

oysa ben biraz önce istanbul'a gidiyordum. şimdi ise hayatımın en muhteşem ve en korkunç yolculuğuna çıkıyorum. hikayenin nasıl başladığını hatırlıyorum ve bugün bile inanamıyorum...

          çok sevdim bu kitabı ece temelkuran'ın kaleminden harika bir kitap okudukça içine çekiyor okuyucuyu okumanız tavsiye ediyorum....

















" bu gece bütün kandilleri yaktırdım yabancı. alev alev görünsün gözüne uzaktan sarayın pencereleri. acı bilgi: benim gibi bir kraliçenin varlığını hayal edecek denli engin olmaz senin rüyanın denizi. yazık ki ben sana hazırlıklıyım. ah besbelli! senin cehaletin benim gafletim olacak.


şarap kanımın yerini alıyor yabancı. kızıl, ağır hülya bastırıyor göğsüme. hikayemi sana anlatmak için parmaklarımla parçalıyorum, avucumla eğiriyorum, gümüş kelimeler ile örüyorum."

  devamı kitabın derinliklerinde gizli iyi dinlenceler sevgilerle görüşmek üzere....